İsterseniz, 15 Temmuz’dan beri yaşadığımız kâbus gibi sürecin hikayesini bir yana bırakıp, ortaya çıkardığı temel siyasi sonuçlara odaklanalım.

1) Her ne kadar hatalı da olsa, AKP-Saray rejiminin meşru yollarla dize getirilemeyeceği kanısını taşıyan, darbelere bel bağlayan karamsar bir kesim mevcuttu. Nitekim TRT ekranlarından okunan bildirinin çağdaş, cumhuriyetçi kesimlere hitap eden tınısı bu kanıyı doğrular nitelikteydi. Bu kepaze kalkışma dolayımıyla artık darbenin beyhudeliği ortaya çıkmış, halkın kendinden başka bir güce dayanmaması gereği anlaşılmış olmalı.

2) Mensubu olduğum Birleşik Haziran Hareketi ve ÖDP de dahil, sosyalist sol bu süreçte iyi bir sınav verdi. Daha baştan darbe girişimini mahkûm edip, halkın kendi gücü ve mücadelesine dayanmayan hiçbir hareketin meşruiyeti olamayacağının altını çizdi. Kitlelere diktatörlüğe karşı birlikte mücadele etme, direnme çağrısı yapmayı da ihmal etmeyip, “sahte demokrasi” rüzgarlarına kapılmadı.

3) Cemaat ile Erdoğan arasındaki cebelleşme güç, kadro ve ihale pazarlığına dayanan bir iktidar kavgasıdır. Cemaat kadrolarının ordu, yargı, bürokrasiye sızmalarının önünü açıp, devlette deneyim ve liyakati ayaklar altına almanın faturasını ödeyen AKP’nin bizzat kendisidir. Taraflardan birinin anti-demokratik, despotik, darbeye meyyal olması, muhatabının otomatikman demokrat olmasını getirmez. Ayrıca iki İslami referanslı kadronun kapışmasında darbeciliğe başvurulması, sağın bu eğilimi mutlaka sola, cumhuriyetçi, Kemalist kesimlere mal etme tarihsel refleksini de boşa çıkarmıştır.

4) RTE’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, “çözüm sürecini” sona erdirip, Kürt hareketiyle mücadelede ordunun üst yönetimiyle ittifaka girmesi darbe girişiminin başarı şansını iyice azaltan temel etken olmuştur. RTE’nin, “parlamenter sistem sona ermiştir” diye aşağıladığı Meclis’i bombalayacak ölçüde çılgınlaşan hamleler ise toplumsal desteği sıfırlamıştır.

5) Sol çevrelerdeki, bir rejimin faşist sayılması için mutlaka “sivil milis güçleri bulunması gerekir mi?” tartışması, Erdoğan’ın linç ve şiddete eğilimli güruhu sahaya davet etmesiyle pratikte kapanmıştır. Teorik düzlemde, faşizm analizlerimiz farklılık gösterse de, karşımızda tam tekmil İslami bir faşizm durduğu ortadadır. 15 Temmuz’la birlikte ülkedeki “ikili hukuk” iyice belirginleşmiş; sola, Kürtlere, Alevilere, feministlere, LBGT bireylere kapalı meydanlar, toplantı ve gösteri özgürlüğü hakkı, şeriatçı sloganlar eşliğinde yandaş kitleler tarafından başta Taksim, Kızılay, Konak meydanları, tepe tepe kullanılmıştır.

6) İlk defa Mehmet Ağar döneminde su yüzüne çıkan “polis devleti” bu süreçte iyice belirginleşmiştir. Ordudan sayıca kalabalık; silah ve teçhizat donanımı daha gelişkin; son derece siyasileşmiş bir polis teşkilatı tam tekmil karşımızdadır. Bir de cemaatçi kadrolardan tamamen arındırılabilirse, polis yek vücut toplumsal muhalefetin üzerine çökmeye hazırdır.

7) Sokaklara salınan kalabalıkların dillerinden, “Allahu Ekber” sloganını düşürmemesi; camilerin bir ibadet kapısı olmaktan çıkıp, cihat yolunda araçsallaştırılması, “laiklik” mücadelesinin daha eşit, özgür, demokratik bir Türkiye’nin anahtarı olduğunu bir daha gösterdi. Umarız sokakların hali, laik duyarlılıkları küçümseyenlerin aklını başına getirmiştir.

8) “300’ün üzerinde yurttaşımızın yaşamını yitirdiği, binlercesinin yaralandığı hengamede silaha-şiddete başvuran, işkenceye, lince yeltenen siviller, yetkilerini aşan resmi görevliler ayrımsız yargılanacak mıdır? Onları sokağa davet eden, devlet otoritesini sağlamakla görevlendiren malum şahıs da suçlu değil midir? Yarın durumdan vazife çıkarıp, infaza girişenleri kim durduracaktır?” gibi sorular hâlâ cevap beklemektedir.

9) Bir yandan cenazeler kaldırılıp, gözyaşları dökülürken; öte yandan şenlikler düzenlenmesi, bayram ilan edilmesi hangi adaba, kültüre, dini ananeye uygundur? Kendi camiasından insanların acısını bile paylaşmayı bilmeyenler, uzak olsun, hasım bildiği kesimlerin, açıkçası bizlerin yasını halaylar çekerek mi kutlayacaktır?

10) Sokaklar ne yazık ki, kol kola, omuz omuza “Rabia ve bozkurt” işareti yapanlara kaldı. Gariban erlere eziyet etmek dahil, tüm insanlık dışı suçlar birlikte işlendi. Hep söylediğimizi bugün daha yüksek sesle tekrarlamalıyız: Tüm emek ve demokrasi güçleri; sosyalistler, sosyal demokratlar, Kürtler, Aleviler, Kemalistler, Cumhuriyetçiler, şeriat düzenine karşı çıkaranlar bir araya gelemezsek, demokrasiye birlikte sahip çıkamazsak halimiz haraptır. Bir, “coup d’etat”, yani hükümet darbesi, iyi ki de başarısız oldu. Korkarım ki, derlenip toparlanmazsak, RTE tüm barış, eşitlik ve özgürlük özlemi duyanlara, “coup de grace”ı, yani öldürücü son darbeyi indirmekte tereddüt etmeyecektir.

Zorunlu bir not: Cemaat’in tüm komploları ortaya çıktı; Balyoz ve Ergenekon davalarının düzmece olduğu, kendine “hizmet” etiketiyle barışçı bir düşünce hareketi süsü verenlerin darbeye bile tevessül edebileceği anlaşıldı. Soruyoruz, her şey yalan bir tek 3 Temmuz süreci, Fenerbahçe’ye şikeci damgası vurulması mı gerçekti? Sözüm meclisten dışarı, yoksa Fener’e gelince hepiniz hala Cemaatçi misiniz?