Küresel ölçekte, insanlığın sorunu olan bir salgında bile eşitsizliklerin derin etkisini, sağlığın sosyal belirleyicileri kavramının önemini bu salgın bize bir kez daha gösterdi.

Covid-19 aşısına küresel bakış

Prof. Dr. Gül ERGÖR*

Yirmi birinci yüzyılın pandemisi, yine bu yüzyılın bilgi çağı ve iletişim teknik olanakları ile yaşanıyor. Üretilen yeni bilgi aynı anda dünyanın her yerine ulaşıyor, bu arada sosyal medyanın da desteğiyle bilgi kirliliği bir o kadar hızla yayılıyor. İnfodemi terimiyle de yine bu pandemide tanıştık. Dünya Sağlık Örgütü infodemiyi, “bilgi kirliliği oluşturarak; kolektif travma yaratmak, toplumların psikolojini bozmak, toplumsal bağışıklığı, direnci, güveni veya tepkiyi ortadan kaldırarak; insanların ve toplumların ruh ve beden sağlığını bozmayı amaçlayan bir salgın türü” olarak tanımlamıştır. Yeni bir hastalıkla karşı karşıya kalınması ve salgının korkutucu boyutta olmasına bir de otorite ve yönetime güven eksikliği eklenince meydan infodemiye kalmaktadır.


Covid 19 için üretilen ve onay alan aşılar son dönemde bilgi karmaşasının önde gelen konusu olmuştur. Aslında bu yazıda amacım infodemiyi ele almak değil. Ancak aşıyla ilgili tartışmaları bilgi kirliliğinden ayrıştırarak ele alabilmek için infodemi kavramını açmak ve üzerinde uzlaşmak gerekiyordu. Aşıyla ilgili bugüne kadar ‘hangisi daha etkili?’, ‘yan etkiler neler?’, ‘kimler öncelikle aşı olmalı?’ gibi pek çok tartışmaları yaşadıktan sonra tüm dünyada şimdi rapel doz tartışması sürmekte. Bir yanda zengin ülkeler, vatandaşlarının sağlığını kısa vadede korumak ölüm ve vaka sayılılarını azaltarak ekonomilerini yoluna koymak kaygısında iken bir yanda dünyanın yoksul ülkelerde halen yaşlıların ve sağlık çalışanlarının aşıları tamamlanmamış durumda. Örneğin tam aşılı nüfus Nijerya’da yüzde 1, Mısır’da yüzde 5,Güney Afrika’da yüzde 12.5 düzeyinde. Küresel ölçekte, insanlığın sorunu olan bir salgında bile eşitsizliklerin derin etkisini, sağlığın sosyal belirleyicileri kavramının önemini bu salgın bize bir kez daha gösterdi.

Rapel doz tartışmasının başlamasında İsrail’de aşılılar içinde yeni vakaların ortaya çıkması önemli rol oynadı. Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda, aşının üstünden geçen zamana bağlı olarak, aşıya karşı gelişen antikorlarla oluşan bağışık yanıtta azalma olduğu saptandı. İsrail üçüncü doz aşıyı yapma kararı alan ilk ülke oldu. Ardından bizim ülkemizde de bu tartışmalar başladı, çünkü biz İsrail’in yaptığı aşıdan etkinliği daha düşük olan inaktif aşıyı uyguladık. 65 yaş üstü bireyler ve sağlık çalışanlarımız bu aşıyla bağışıklanmış ve üzerinden 4-5 ay geçmişti. Üstelik de 1 Temmuz’da tüm önlemleri kaldırıp, “tam açılma” kararı alınmıştı. Bu gerekçelerle 65 yaş üstü vatandaşlar ve sağlık çalışanlarına üçüncü doz hakkı tanındı. Ancak kısa bir süre sonra 50 yaş üstünün de 3. doz yaptırabileceği yönünde bir karar alındı. Oysa bu kişiler arasında mRNA aşısı olanlar da vardı. Bu aşının 9-12 ay koruyuculuğunun süreceği belirtilmişti.

Hemen ardından Biontec üreticileri de bu arada aşının tekrarlanması gerektiğini açıklamaya başladılar. Vatandaşlar kendi insiyatiflerine göre, yakınlarındaki doktorlara danışarak ya da televizyonlardaki güvendikleri uzmanların önerilerine göre 3. doz aşıyı (Sinovac ya da Biontec) oldular ya da olmadılar. Bütün bu gelişmelerin üstüne, 20 Ağustos’tan sonra ‘yurt dışına gitmek isteyen vatandaşlarımıza 4. doz aşı yaptırma hakkı’ tanındı. Aceleyle alınan bu kararın bilimsel dayanağı olmadığı uzmanlar tarafından belirtilse bile, bazı doktorlar dahil pek çok kişi 4. doz aşısını yaptırdı. Ülkemizde bugün elimizde olanın yarın da olacağı garantisinin hiç olmadığını bilen vatandaşlar telaşla, ‘belki sonra bu aşıyı bulamayız’ diyerek bir ay önce 3. dozu aldıkları halde yeniden aşı olmaya koştular. Bu kadar üst üste bağışıklık sistemimizin uyarılmasının olumsuz etkilerinin, ülkemizdeki “aşı istenmeyen yan etki” verilerine ne kadar yansıyacağını ya da bu verilerin açıklanıp açıklanmayacağını bilmediğimizden, dünyadaki bu tek ve biricik uygulamayı da bilimsel olarak değerlendiremeyeceğiz.

Ülkemizde bu gelişmeler olurken, ABD de 20 Eylül’den itibaren, ikinci aşısının üzerinden 6 ay geçmiş kişilere 3. doz hakkını tanımaya karar verdi, İngiltere yalnızca riskli gruplara yapılması konusunu tartışıyor. Varlıklı ülkeler pandeminin başında ülke nüfuslarının üzerinde aşı siparişi vermiş oldukları için aşı sıkıntısı çekmiyorlar. Oysa Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) oluşturduğu yoksul ülkeler için aşı sağlama organizasyonu Covax’a verilmiş sözleri var. DSÖ başkanı Dr. Tedros her hafta yaptığı açıklamalarda G20 ülkelerine yönelik ağır sözlerle onlara insani sorumluklarını hatırlatıyor. Ayrıca insani sorumluluk dışında hepimiz aynı gemideyiz, sadece kendi halkınızı aşılayarak kurtulamazsınız diyerek bilimsel gerçeği de dile getiriyor. Bu gerçeğe rağmen niçin ülkeler üçüncü, dördüncü dozları konuşuyorlar? Vatandaşa hizmet sunarak oy toplarım diye bir politik öncelik nedeniyle mi? Aşı üreticilerinin bilim insanları aracılığıyla bağışıklık zamanla düşüyor bilgisini yayarak, toplumda talep oluşturması nedeniyle mi? Asıl kaygı ağır hastalığı ve ölümleri önlemekse, iki doz aşının hâlâ bunun için etkisinin sürdüğü bilinmekte iken yeni dozlar için bu acele açıklanabilir değil. Öte yandan Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Suriye, Irak gibi yeterli test yapamadığı için gerçek sayıları bilemediğimiz, salgının hızla sürdüğü ülkelerde yeni varyantların ortaya çıkması olasılığının çok yüksek olduğunu biliyoruz. Bu varyantlara karşı eldeki aşılar yeterli olmayabilir bunu da biliyoruz. Öyleyse, öncelikle her ülke kendi ülkesinde iki doz aşılı oranlarını artırmak için en büyük çabayı göstermeli. Yoksa aşı olmaya hazır görece küçük bir gruba doz üstüne doz aşı yapmak, başkaları açlıktan kırılırken kendi kilerimizi kullanamayacağımız erzakla doldurmaya benzer.

* Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı ve Epidemiyoloji Uzmanı