Pandemi döneminde vatandaşlar can derdine düşmüş iken özel sağlık işletmesi sahipleri ise maliyet ve kâr hesabı yapmaktadır. Özel hastaneler ve sağlık kuruluşları Covid-19 olası/kesin tanılı hastaların yoğun bakım sürecinden önce ve sonra serviste yatış sürecinde yapılacak her türlü işlem/girişim/tetkik/tahlil için yüzde 200 ve ötesi ilave ücret aldıkları sır değildir. Çünkü pandemi döneminde denetim yapılmamaktadır.

Covid-19'la etkili bir mücadele için tam kapanma şart

DR. ERGÜN DEMİR- DR. GÜRAY KILIÇ

Hastanelerde Covid-19 hastalarına ayrılmış yataklar, yoğun bakım üniteleri artık tamamen dolmuş durumda. Koridorlar, boş alanlar, yemekhaneler yoğun bakım servisine dönüştürülüyor,

Daha önce iki defa salgını kontrol altına aldığını açıklayıp kontrolsüz açılımla gasilhaneler önünde kuyruklar oluşmasına yol açan AKP iktidarı ve onun Sağlık Bakanı, ortaya çıkan vahametin üzerini örtmek için şimdi de 11 Aralık’ta aşı uygulamasına başlanacağını ve bu şekilde salgının bitirileceğini iddia ediyor!

AKP iktidarı, salgın yönetimi yerine algı yönetimi yapmakta, bulaşın yayılımını önlemeden çok, salgını fırsata çevirmeye ve oya tahvil etmeye kafa yormaktadır.

Bu yazıda Covid-19 pandemisi alarm verirken alınan tedbirlerin yeterli olup olmadığını, insanlar can derdinde iken AKP’nin rant, özel hastanelerin ise kâr derdinde olduğunu, oluştuğunu ve toplumda aşıya olan güveni artırmak için neler yapılması gerektiğini aktaracağız.

ACİL ‘KAPANMA’ ZAMANI

Ne yazık ki Hükümet’in erken, aceleci, kontrolsüz, epidemiyoloji biliminin yol göstericiliğinden yoksun adımları nedeniyle salgın bastırılamamış, adeta fırtınaya dönüşmüştür.

Ambulanslar Covid-19 hastalarını taşımaya yetişemiyor, hastalar saatlerce sedyelerde bekletiliyor. Hastanelerde mevcut servisler yetmiyor, her gün yeni yeni Covid-19 servisleri açılıyor. Servise yatması gereken birçok hasta yeterli yatak olmadığı için acillerde tutuluyor. Yoğun bakımda yatması gereken birçok hasta acillerde ya da servislerde bekletilip yoğun bakım yataklarının “boşalmasını” bekliyor. Gasilhane önlerinde kuyruklar oluşuyor. Sağlık Bakanı da bu arada Twitter mesajları ve turkuaz tablo ile durumu idare etmeye çalışıyor.

Salgının bu kadar yükseldiği bir dönemde, toplumsal hareketliliği kısıtlanması ve enfeksiyon zincirini kıracak uygulama önlemlerinin alınması gerekirken, tedbiri bireysel sorumluluklara bırakmak, ekonomik gerekçeler ileri sürerek geçici pansuman tedbirler almak doğru ve yeterli değildir. O zaman sorarlar hani ekonomimiz uçuşa geçmişti, şahlanmıştı.

Şu anda salgının gidişatını kontrol altına almak için yapılması gereken tam kapanma.

Geldiğimiz aşamada, epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Tam bir kapanma ile toplum hareketliliğini kısıtlanmaz ise daha fazla insan hastalanacak, daha fazla insan ölecektir. Kısıtlamalar sosyal devlet ilkesiyle yapılmalı.

İnsanlar can derdinde iken AKP iktidarı ve hastane patronları salgın fırsatçılığı yapmaktadırlar.

Covid-19 vakalarındaki artışa bağlı olarak kamu hastanelerinde yer bulamayan, kalabalık ortama girme endişesi yaşayan vatandaşın özel hastanelere yönel(til)mesi sonucu özel hastanelere olan talep giderek artmaktadır.

Pandemi döneminde vatandaşlar can derdine düşmüş iken özel sağlık işletmesi sahipleri ise maliyet ve kâr hesabı yapmaktadırlar. Özel hastaneler ve sağlık kuruluşları Covid-19 olası/kesin tanılı hastaların yoğun bakım sürecinden önce ve sonra serviste yatış sürecinde yapılacak her türlü işlem/girişim/tetkik/tahlil için yüzde 200 ve ötesi ilave ücret aldıkları sır değildir. Çünkü pandemi döneminde denetim yapılmamaktadır.

Son dönemlerde inşaat sektöründe boy gösteren, hac ve umre hizmetleri turizmi ile uğraşan ve AKP’de politika yapan müteşebbisler bu kez başta maske olmak üzere kişisel koruyucu donanım üretim sektörüne ve Covid-19 test kiti pazarlama sektörüne girmişlerdir. Piyasayı kendi denetimine alarak salgından rant elde etmektedirler.

PCR, Covid-19 için en önemli tanı testidir, bir rant aracı değildir.

Salgınla etkin mücadele için test kapasitesinin artırılması ve testlere erişimin kolaylaştırılması gerekirken uygulanan algoritma ile vatandaşların test yaptırabilmesi zorlaştırılmış ve kısıtlama getirilmiştir. Böylece kamu sağlık kurumlarında test yaptıramayan vatandaşlar özel sağlık kuruluşlarına yönelmektedirler.

Vatandaşlar, salgının çok daha hızlı yayılmasından, hastalanınca yoğun bakımlarda yer bulamayacağından endişeli iken, diğer yandan PCR testi yaptıramadığı için de tedirginler.

Test için vatandaşlara iki tercih sunulmaktadır: Ya bu soğuk havalarda hastane acil servis ve Covid poliklinikleri önünde uzun kuyruklarda saatlerce beklersin ya da özel sağlık kuruluşlarına gidersin. 250-500 TL vererek test yaptırabilirsin. AKP iktidarı maske gibi PCR testini de RANT kapısı haline getirmiştir.

Kamu veya özel hiçbir hastane/sağlık kuruluşu Covid-19 testleri için; 9 Nisan 2020 ve 9 Mayıs 2020 tarihli Sağlık Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ hükümlerine göre genel sağlık sigortalısı ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerden ve 13 Nisan 2020 tarihli ve 2399 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile hiçbir vatandaştan pandemi süresince “yapılacak her türlü işlem/girişim/tetkik/tahlil /yatak için’’ yasal olarak ücret alamaz.

Sağlık Bakanlığı COVID’le ilgili durumu kendi istediği gibi yansıtmaya çalışmaktadır.

Pandemi döneminde birinci temel sorunumuz doğru ve güvenilir veri gereksinimidir…

Türkiye pandeminin başından bu yana veri paylaşımında “uluslararası standartlara“ uyan bir çizgi izlememiştir. Salgın verileri ve bilgilendirmeleri de web sayfasından paylaşılan tek bir tabloya sığdırılarak yapılmaktadır. Oysa insan hayatı ve ülkemizin COVID’le mücadelesi Twitter tablosuna sığmayacak büyüklükte ve önemdedir.

Ülkemizde Covid-19 pandemisinin epidemiyolojik özelliklerini tartışabilmek ve alınan önlemlerin etkinliğini değerlendirebilmek için yalnızca ayrıntılı verilere değil; aynı zamanda doğru ve güvenilir verilere gereksinim duyulmaktadır.

Doğru ve güvenilir bilgi vermeyen, salgın sürecini bilimsel yöntem, şeffaf ve katılımcı yönetmeyen Sağlık Bakanına vatandaşlar artık inanmıyor!

Covid-19 salgın süreci ile ilgili tüm kesimlerin katılımı ile etkin ve koordineli bir anlayışla yönetilmemiştir.

Vatandaşlar ;

Twitter ve turkuaz tablodaki vaka ve ölüm sayılarının gerçeği yansıtmadığını,

Ücretsiz dağıtacağız dedikleri ancak dağıtılamayan yüze ve göze bulaştırdıkları ve sonuçta satmak zorunda kaldıkları maske meselesini,

İnfluenza (grip) aşısının dağıtımında önce sorun yok deyip sonrasında yeterli aşı getiremediği için algoritma karnesine bağlandığını,

Sağlık Bakanı’nın “test ve hasta yatış sürecine ilişkin kamu ya da özel hiçbir sağlık kuruluşunun ücret talep edemeyeceği” ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını,

Bu soğuk havalarda hastane acil servis ve Covid poliklinikleri önünde uzun kuyruklarda saatlerce bekletildiklerini,

Pandemide en ön safta yer alan sağlık çalışanlarına hâlâ düzenli olarak test yapılmamasına rağmen bir AKP milletvekilinin herhangi bir semptomu yokken bir ayda 8 kez test yaptırabildiğini,

Durumu ciddileşen hastalarına hastane veya yoğun bakım servisi bulabilmek için günlerce dolaştıklarını yaşayarak gördüler.

Ayrıca vatandaşlar zatürre ve grip aşısının bulunamaması sonucu cepten alınan aşıların, hastaneye gidemediği için cepten alınan ilaçların, 5 maskeyi halkına dağıtamayınca vatandaşa satılan maske ve PCR testi bedellerinin hane halkına cepten yaptıkları sağlık harcamalarının faturasında artış olarak yansıdığını yaşayarak görmektedirler.

Vatandaşlar, yaşayarak gördükleri gerçekler karşısında Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına kuşku ile bakmaktadırlar.

Aşıya güvenin sarsılmasına izin verilemez. Salgında aşı politikası açık ve şeffaf olarak yürütülmelidir.

Kamuoyunda aşılar ülke adları ile tartışılmaktadır. Oysa bilinmektedir ki aşılar ülkelerin kamusal üretimi değil aşı şirketlerinin çalışmasıdır.

Bazı şirketlerin COVID aşı çalışmalarının devam ettiği, iki şirketin Faz-3 çalışmalarını bitirdiği, ruhsat alma aşamasına geldiği ve üretime geçtiği bilgisi kamuoyunun gündemindedir. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise 11 Aralık’ta Çin kaynaklı Coronavac aşısının getirileceği ve uygulanacağı açıklamasını yaptı. Daha sonra da Bilim Kurulu toplantısı sonunda aşı uygulamasının hangi gruplarda öncelikle uygulanacağı açıklandı,

Kamuoyunda ise Coronavac aşısının Faz3 çalışmalarının devam ettiği, ülkemizde çeşitli merkezlerde bu çalışmalara gönüllü olarak katılan sağlık çalışanlarına 2. doz aşının bu cuma günü yapıldığı ve bir hafta sonra ise kanda antikor bakılacağı, çıkan sonuçların değerlendirmesi yayımlanacağı ve tüm bunlardan sonra ruhsat alınarak üretim ve dağıtımın yapılacağı bilgisi mevcuttur.

Bu aşı ile ilgili klinik çalışma evreleri tamamlanmadan ve klinik çalışma raporları yayınlanmadan Bakan Fahrettin Koca’nın salgındaki vahameti örtmek adına erkenden yaptığı bu açıklama kamuoyunda tartışılmaktadır.

Oysa toplumun aşıya olan güvenini artırmak yaşamsal önem taşımaktadır.

Önümüzde salgının gidişi ile ilgili 3-4 aylık zorlu bir zaman dilimi var. Bu dönemde ölümleri durdurmak, toplumun rehavete kapılmasını engellemek ve bulaşı azaltmak için teması engelleyecek en katı önlemleri almak zorundayız. Aşı elbette bu salgına ve genel olarak bulaşıcı hastalıklara karşı en önemli silahımız. Bu nedenle de aşı karşıtı söylemlere fırsat verecek, yurttaşlarda aşı hakkında güvensizlik oluşturacak herhangi bir söz ve davranıştan kaçınmalı; bu süreç açık ve şeffaf biçimde yürütülmelidir. Aşının hangi şirketin ve ülkenin aşısı olduğu değil, güvenli ve etkili olduğunun bilimsel olarak kanıtlanmış olması önemlidir. Aşının güvenli ve etkili olması için de Faz3 çalışmalarının bitmesi, olası yan etkilerinin bilinmesi gerekir.

Sağlık Bakanlığı, bu alandaki uzmanlık dernekleri ve Türk Tabipleri Birliği ile bilgileri açıklıkla paylaşmalı ve kamuoyuna birlikte açıklama yapmalıdır.

Sağlık Bakanı’nın ‘’Aşı 11 Aralık’ta ülkemize gelecek ve uygulamaya başlayacağız’’ açıklaması, bazı vatandaşlarda sanki salgın 11 Aralık’ta sona erecekmiş gibi algılanabilmektedir. 1 Haziran’daki kontrolsüz yeniden açılma sürecinin vahim sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. Bu nedenle aşı ile ilgili söylem ve davranışların çok daha dikkatli, bilimsel olmalı; toplumda zaten mevcut olan aşı karşıtlığını da göz önüne almalı ve açık ve şeffaf bir süreç yürütülmelidir. Tabii ki aşıya erişimde eşitlik çok önemlidir. Bilimin yol göstericiliğinde salgını önlemek için gerekli olan sıralama ile tüm yurttaşlara ücretsiz olarak ve zorunlu uygulanmalıdır.