COVID-19 pandemisinin dünya siyasetini nasıl etkileyeceği, küresel ölçekte devletlerin ne tür dönüşümler geçireceği, devlet-vatandaş ilişkilerinin ne hal alacağı tartışılıyor.

Döngüsel tarih kuramlarına inananlar; dünyanın yaşadığı büyük krizlerin ardından devlet ve iktidar yapılarındaki değişime işaret ederek; 1929’daki büyük çöküşün piyasaların başarısızlığına işaret ederek devletin rolünün artmasına yol açtığını; 1970’lerde ise bu rolü büyümüş devletlerin ekonomik sorunları çözemediğine hükmedilerek, Reaganizm ve Thatcherizm yoluyla, yeniden başat rolün piyasaya verildiği bir dönemin başladığını vurguluyorlar.

Şimdi, pandeminin bir düzenleyici olarak tekrar “daha büyük ve müdahaleci bir devletin” yolunu açacağı söyleniyor. Küresel ölçekte, devletlerin rolünün arttığı yeni bir döneme geçildiğine, kolektivizmin öne çıktığına dair epeyce kanıt da var.
Ancak, bizim buralardan bakıldığında, konunun böyle tartışılması epeyce lüks gibi!

Bizde “devlet”, olağanüstü bir şekilde bir merkezde toplanarak hayatın her alanına epeyce kuralsız bir şekilde müdahale etmeye başlayalı çok oldu.

İşte, Fikri Sağlar hakkında da “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” gerekçesiyle soruşturma açıldı!

Sağlar’ın yargıya siyasal müdahaleyi eleştiren ifadeleri, “türbanlı hâkim” ifadesi cımbızlanarak özgürlük düşmanı olarak suçlandığı bir kampanyaya malzeme edildi ve ardından savcı harekete geçti.

Türkiye’de, hemen her muhalifin, iktidarın hoşuna gitmeyen ifadelerinin bağlamından koparılarak bambaşka noktalara çekilmesi, tahrif edilmiş ifade üzerinden iktidar medyasının bir linç kampanyası yürütmesi, ardından güvenlik güçlerinin ve yargının harekete geçmesi rutin bir uygulamaya dönüştü.

İronik olan, bu uygulamanın özgürlükçülük ve hukuk reformu söylemlerine paralel olarak sürdürülmesi.

Şimdi, hiçbir muhalif gazeteciyi yanına yaklaştırmayanlar, Olay TV gibi bir kanalın yayınına 1 ay bile tahammül edemeyenler özgürlükçü; başörtüsü yasağının en sert uygulandığı dönemde Kültür Bakanlığı yaparken başörtülü bir gazeteciyi basın toplantısına alıp yanına oturtan Sağlar özgürlük düşmanı, öyle mi?

12 Eylül’ün karanlığı hâlâ ülkenin üzerinde hüküm sürerken, en genç milletvekili olarak girdiği mecliste devlet despotizminin ve her türlü hak ihlalinin üzerine risk alarak cesaretle yürüyen Sağlar özgürlük düşmanı, öyle mi?

Söz konusu olan Demirtaş ise AİHM kararlarını dinlememek, Kavala olduğunda Anayasa Mahkemesi tarafından bağlanmamak hukuka uygun, Sağlar’ın yargının siyasallaşmasına “türbanlı hâkim” örneğiyle karşı çıkması ifade özgürlüğüne bile uygun değil, öyle mi?

Dünyada, pandemi sonrası siyasal sistemlerin değişeceği, devlet-vatandaş ilişkilerinin farklılaşacağı, devletlerin etki alanı genişlerken “serbest piyasa”nın gerileyeceğinden emin olanlar çoğunlukta görünüyor.

Emin olamadıkları, büyüyen ve rolü artan devletin vatandaşlarla ilişkisinin ne hal alacağı. Kuryeler, posta işçileri, şoförler, sağlık emekçileriyle birlikte üretim çarkını döndürmek için her gün evlerinden çıkmak zorunda kalan emekçiler çok daha görünür oldular ve onların bu vazgeçilemez rolleri ile düşük ücretleri arasındaki gerilim yeni dönemim devlet-vatandaş ilişkilerini daha da zorlayacak.

Rolü artan devlet, daha demokratik ve toplumsal hayatı var eden bu emekçi kesimleri daha fazla gözeten korumacı bir devlet mi olacak, yoksa pandemi döneminde milyarlarına milyarlar katan dünyanın en zengin 500’ünü gözeten daha baskıcı bir devlet mi?

Bu sorunun yanıtı biraz da bize bağlı, değil mi?