Sermaye Çağı ‘normalliğinin’ krizleri sürüp giderken, bu çağın virüs-sonrası dünyadaki kaderini de elbette buradan doğacak tartışmaların içeriği ve niteliği belirleyecek

Covid-19 Truva Atına dönüşebilir mi?

UMUT YÜKSEL

Hastanelerin soğuk ışıklarından, işsiz kalma korkusuyla fabrikaların ve dükkânların yollarına düşen kalabalıktan, onların ardından bıkkınlıkla akan pembeli, morlu, sarılı motosikletli kuryelerden ve başka bir bıkkınlıkla yataklarından kalkıp pencerelerinden dışarıya bakan tedirgin gözlerden taşan ortak soru: Bundan sonra ne olacak?

Virüs-sonrası sürece dair farklı görüşler olmakla birlikte, kötücül projeksiyonlara bakmak başka bir dünya düşleyenler için de mücadele pratikleri açısından bir gereklilik taşıyor.

BELİRSİZLİKLER VE EŞİTSİZLİKLER

Bu durumun ortasında,virüsün sınıflar üstü ve sınırları aşan pozisyonu Ulrich Beck’in ‘Risk Toplumu’ kavramsallaştırmasıyla vurgulanırken bir noktada virüsün hepimizi nasıl eşitlediği de tartışıldı. İklim krizi gibi etmenlerin yanı sıra, Covid-19 ile risk toplumunun temel unsurlarından olan belirsizliğin sınırları da genişledi. Bu tür bir eşitlenme halinden bahsedilse de dünyanın birçok yerinde balkonlardan sarkan beyaz, sarı ve kırmızı bezler başka türden eşitsizliklerin tezahürleri olarak karşımıza çıkıyor. Diğer bir deyişle, sağlık sistemine erişim, yeterli gıdaya ulaşım, ev içi şiddet ve sömürü, işsizlik ve güvencesizlikle çevreli hayatların farklı taleplerini yansıtıyor. Birçok kez tekrarlandığı üzere, Covid-19 Krizi halihazırda yaşadığımız çok katmanlı sosyal, politik ve ekonomik krizleri birçok yönden keserek bunları derinleştiriyor

SAVAŞ

Pandeminin ortaya çıkışıyla birlikte küresel çapta ortak bir savaş terminolojisinin hayata geçirildiğini görüyoruz. Doktorlar virüse karşı verilen bu savaşta “cephenin en önünde yer alan kahraman savaşçılar” olarak adlandırılırken otoritelerin çağrılarına uy(a)mayanlar veya gıda stokçuluğu yapanlar birer ‘hain’ olarak tanımlanıyor. Bencil ya da insani olan eylemler arasındaki sınırlar aşınırken, insanlar yine bu savaş ortamına uygun düşecek şekilde balkonlara, ‘cephedeki kahramanları’ desteklemeye çağrılıyor. Sağlık ve diğer sektörlerdeki emekçileri desteklemenin gerekliliğini savunmakla birlikte, balkonlardan dalgalar halinde yükselerek gökyüzüne doğru patlayan alkışların yeryüzüne hangi biçimlerde düştüğünü de yakından takip etmemiz gerekiyor. Bu alanda çalışmalar yürütmüş kişilerin uyarılarına bakılırsa, bu türden bir savaşa destek konsolide edilirken diğer birçok eksikliğin, eşitsizliğin ve şiddetin görünmez kılındığına şahit olabiliyoruz.

Arundhati Roy gibi isimler, bu durumu bir tür savaş olarak tanımlamanın aslında bir metafordan öte bir gerçekliğe denk düştüğünü söylüyor. Pandemi de iyimser veya kötümser bir geleceğe açılan bir çeşit portal olarak tanımlanıyor. Savaş metaforunun gerçekliğe dönüşmesi görüşü üzerinde ise karamsar gelecek projeksiyonları yükseliyor. Bu temelde, devletin yetki alanının genişlemesi, sınırların katılaşması, polis gücünün artması ve egemenlik vurgularıyla bezeli süreçte, temel özgürlükleri kısıtlayan sokağa çıkma yasağı gibi uygulamaların halk tarafından talep edilmesinin ise rıza ile kurulan otoriter bir tür yeni ‘normal’in nüvelerini taşıdığı öngörülüyor.Agamben’in aynı adlı kitabında detaylıca açıkladığı istisna halinin, kalıcı bir normalliğe evrilmesini öngören bu görüşe,biyopolitikanın güçlenmesini temel alan görüş de eşlik ediyor.Bu noktada, biyopolitika kavramının Foucault, Agamben ve Hardt-Negri ekseninde farklı kavramsallaştırmalarına bakmak ve sınırlarını anlamak açısından Utku Özmakas’ın ‘Biyopolitika: İktidar ve Direniş’ kitabı yol gösterici bir nitelik taşıyor.

Biyopolitikanın kökenlerini ve öjenik (eugenics) tartışmalarını da gün yüzüne çıkaran uygulamalar görüyoruz. Engelliler, yaşlılar ve kronik hastalığı olanların ‘gözden çıkarılması’ anlayışı biyo-iktidarın bir parçası olan (biyolojik) ırkçılık kavramıyla özdeşleştiriliyor. Geliştirilecek bir aşının Afrika kıtasında denenmesinin önerilmesinde ve Brezilya’da Amazon yerlilerinin Bolsonaro hükümetince virüs temelli soykırım tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmasında da bu kavramın izdüşümlerini görebiliriz. Böylesi bir durumu Judith Butler ‘Kırılgan Hayat’ kitabında kırılganlık ve yaralanabilirlik gibi kavramlarla tartışır. Kamusal alanın kurucuları tarafından “kimlerin hayatlarının hayat, kimlerin ölümlerinin ölüm” olduğuna karar verilmesini yas ve şiddetin izinde okur. Bu açıdan, Covid-19’un aynı zamanda bir egemenlik krizi olduğunu söyleyebiliriz. Butler’ın bu çalışmasına Achille Mbembe’nin post-kolonyal düşünceye ve biyopolitikaya getirdiği açılımlar da katılabilir. Amazon ormanları ve Afrika kıtasındaki örneklere, ABD ve farklı ülkelerde ölüm oranlarının yüksek olduğu siyahlar ve hispanikler gibi gruplar da eklenerek “yaşaması gerekenler ve ölmesi gerekenler” ayrımından Achille Mbembe’nin önerdiği şekilde birnekropolitika/nekroiktidar okuması da mümkün.

BARIŞ

Hastalığın tedavisi sürecinde savaş terminolojisinin kullanılması ve biyopolitikanın genişlemesi gibi handikaplar yaratan bu süreçte, bulaşı önlemek ve ‘normalleşme’ sürecinde kontrolü sağlamak için artan gözlem ve takip mekanizmaları da dikkat çekiyor. Žižek gibi isimler faaliyet gösteren dayanışma mekanizmalarının altını çizerek “Evet, lütfen!”deseler de bu görüşler başka türlü tehlikelerin altını çiziyor. İnternet güvenliği terminolojisinde ismini Homeros destanlarından alan Truva Atları kullanıcıları kandırarak kendilerini yararlı bir yazılımmış gibi cihazlara yükletir, kişisel bilgilere kadar izleme yapar ve diğer zararlı yazılımlara bir ‘arka kapı’ bırakır. Benzer bir şekilde, Naomi Klein’ın ‘Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi’ adlı kitabında bahsettiği üzere, kriz, felaket ve savaş gibi durumlar kullanılarak zorla bir ‘rıza üretimi’ gerçekleştirilir. ‘Şok doktrini’, öncesinde rıza gösterilmeyen yeni politikaların devreye sokulmasını sağlar. Kötücül senaryoları özetlersek: Bu kez, salgının kendileri üzerindeki etkilerini atlatan politika-üreticiler, zorla bir ‘rıza üretimi’ne ihtiyaç duymaksızın bir dönüşümü inşa edebilirler. Başka bir deyişle, Covid-19 Truva Atına dönüşebilir. Mark Neocleous’un polis-savaş-birikim ilişkilerine yaslanan Barışçıllaştırma (pasification) analizinde, polisin temel işlevi birikimin önündeki her türden engeli kaldırarak ‘barışı korumak’tır. Savaş virüse karşı açılsa da sınırları genişleyen güvenlik ve egemenlik alanlarının, polis gücünün-savaş gücüyle düşünüldüğü bir düzlemde ne tür bir barış doğuracağının sınırları muğlak. ‘Evde kalmaktan’ bir tür zor yoluyla koparılan, salgından veya açlıktan ölmek arasında ‘işe koşulan’ alt sınıfların, sermaye birikimini tehdit edecek itirazlarının sonucunda ne tür bir barışçıllaştırmanın işleyeceği de belirsizliğini koruyor.

YARIN

Sermaye Çağı (Kapitalosen) ‘normalliğinin’ krizleri sürüp giderken (ya da gitmezken), bu çağın virüs-sonrası dünyadaki kaderini de elbette buradan doğacak tartışmaların içeriği ve niteliği belirleyecek. Alex Demirovic Covid 19 üzerine yazdığı yazıda, biyopolitikanın temel karakteristiği olarak olasılık ve risk hesaplamalarıyla bu tür olayları öngörmesi olarak tanımlıyor. Covid-19 sürecinin, bu hesaplamaların dayandığı normallik varsayımlarının dışında kalmasını ise biyopolitikanın başarısızlığı olarak ele alıyor. Demirovic bu bağlamda Covid-19 krizini 2008 finans krizi, Avrupa’ya göç hareketleri ve iklim krizinin ardından yakın zamanda gerçekleşen dördüncü denormalizasyon krizi olarak görüyor. Denormalizasyon süreçleri otorite ya da sermaye yararına bir dönüşüm riski taşıdıkları gibi başka türlü toplumsal dönüşümlerin imkânını da içlerinde taşırlar. Bir yandan bu krizi acı şekilde deneyimlerken bir yandan binalarda, mahallelerde, fabrikalarda ve sosyal medyada mesafeler kırılır, gölge dayanışmalar kurulabilirse Covid 19 Truva Atına dönüşebilir.

Risk Toplumu-Başka Bir Modernliğe Doğru, UlrichBeck, Çeviren: Bülent Doğan, İthaki Yayınları, 2014.
Kırılgan Hayat, JudithButler, Çeviren: Başak Ertür, Metis Yayınları, 2016.
İstisna Hali, Giorgio Agamben, Çeviren: Kemal Atakay, Ayrıntı Yayınları, 2018.
Utku Özmakas: Biyopolitika: İktidar ve Direniş, İletişim Yayınları, 2019.
NaomiKlein- Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi, Çeviren: Selim Özgül, Agora Kitaplığı, 2010.