CHP’de tanıdığım fazla insan kalmadı ama CHP’li kedilerle muhabbetim aynen devam ediyor. Dersimli Deli Sarman, güya Kılıçdaroğlu’nun günlüğünü ele geçirmiş, bana yolladı. Kılıçdaroğlu’nun da işi gücü yok günlük yazacak ama bu kedi milletiyle ters düşmeye de gelmez.

Şeytan diyor, devir masayı, git Ayvalık’taki yazlığa, sabahtan akşama Halk TV seyredip önüne gelene saydırarak ömür tüket… Geçenlerde biri “Rüyalarımda üniversite yıllarındayım, kabuslarımda lisede” dedi. Ben de rüyalarımda AKP Genel Başkanı oluyorum. Kocaman altın varaklı bir tahtım var, Bakanlar filan önümde taklalar atıyor, kimi beni etkilemek için sağa sola alev püskürtüyor, vekiller karşımda eğilmekten okkalı virgüle dönüşüyor… Oh diyorum rüyamda, cennetteyim. Sonra gözlerimi açıyorum, her yer karanlık. Tamam diyorum, uyandım ve kabus başladı.

Bayram biter seçim olur, kaldı beş ay… İstanbul’un babaları Ekrem’i, Ankara’nın bebeleri Mansur’u arkaladığı için benim adım öne çıkınca bir tepki doğacağını biliyordum. Yahu Ekrem’i de, Mansur’u da seçen ben değil miyim? Her ikisi de pırlanta gibi, ikisinin de en ufak bir yanlışı yok… Ah şu karanlıkta gezenler… Bunlar aşılır, adaylığım kesinlik kazandığında tepki kaçışları geri gelir. Kimsenin tanımadığı Ekmeleddin az daha ikinci tura geçiyordu, belediyelerim kent varoşlarında oyları üçe katlarken ben mi kazanamayacağım?

Türkiye’de muhalif seçmenin genel ruh hali, pasif agresyon. Olumsuzluktan beslenmek, iyiliği ve sevgiyi küçümsemek, düşmanca hisleri dengesiz biçimde açığa vurmak, hiçbir çözüm önerisi getirmemek, sürekli şikayet etmek ve durmaksızın birilerini suçlamak… Bu o kadar yerleşik bir ruh hali ki, dünyadaki haksızlıkları gören vicdan sahibi genç bir insan, ‘demek muhaliflikte racon buymuş’ diyerek, kısa sürede pasif agresif bir birey haline gelir… Bir liderin tek görevi var, bu ruh halini değiştirmek, dönüştürmek. Bir anlamda akıntıya kürek çekmek. Çünkü lider gibi değil şovmen gibi davranırsan, bu pasif agresif ruh halini yaşar ve yaşatırsın. Muharrem gibi kürsüye çıksam, gelen kalabalığı gaza getirmeye çalışan bir amigo gibi davransam, kitle coşsa ben coşsam ve sonra da seçim gecesi adam yine kazansa… Bu benim tarzım değil.

Yetmişlerin devrimci dönüştürücü dilinden çıkartacağımız çok dersler var. Ecevit yetmişlerde “Sev kardeşim” diyerek kazandı. Üç sene önce bütün belediyeleri “Radikal Sevgi” ile kazandık. Tüm bunları biliyoruz, deneyimledik, olumlu sonuçlarını da aldık.

Peki ben şu an ne yapıyorum? Maalesef bile bile, en yapılmayacak şeyleri yapıyorum. Onca tecrübeye rağmen hala 2009’da ilk seçim yenilgimi getiren söylemde ısrar ediyorum. Bunu değiştirmem şart.

Abdullah Gül ile aynı masada oturuyorsam, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu ile aynı masada oturuyorsam neden Tayyip Erdoğan’la aynı masada oturmuyorum? Bu Abdullah, Ali, Ahmet güce sahipken benim ve partimin hakkında her türlü aşağılamayı yapan insanlar değiller mi? Meral Akşener’le bir aradaysam Devlet Bahçeli’yle niye değilim? Bu iki insanın ideolojik olarak ne farkları var? Erdoğan’la aramızdaki kini herkes biliyor, o da bunu devam ettiriyor, ben de… İyi de adam Cumhurbaşkanı. Demek bu kin bu adama yarıyor, bana yaramıyor… O halde bana değil de, rakibime yarayan bu sürece niye devam ediyorum? İlk seçim başarımızı 2009’da Antalya’da alan Mustafa Hoca, kampanyaya AKP’li mevcut başkanı ziyaret ederek başlamıştı. 2019’da aynısını Ekrem yaptı. Tecrübe böylesine sabitken, ben Cumhurbaşkanından gelen davetlere bile katılmıyorum. Seçmene bu kadar katı görüntü vermek, hizmette devamlılık kozunu Erdoğan’a teslim etmek değil mi?

Neydi martın sonunu bahar yapan kurallar: Seçim kampanyanı Erdoğan karşıtlığı üzerinden inşa etme. Yunus’un şiiri, “Yaradılanı hoş gör yaratandan ötürü” demiş ya, “Erdoğan’a hakaret etmeyi bırak, Erdoğan’ı seven %50’den ötürü”… Bu %50’den oy alamazsam seçimi kazanamam. Erdoğan’a hakaret ederek belki sadece kendi kitlemi coştururum ama diğer %50’nin gözünde, onların kararlarını küçümseyen bir çok bilmiş gibi görünürüm… Ayrıca ben bir yargı makamı değilim, yargıç değilim. Ben sadece bağımsız yargıyı tekrar tesis etme sözü verebilirim. Geçmişte hem seçim sonuçlarını kabul ettim, hem kabul ettiğim sonuçla gelen Cumhurbaşkanını tanımadım. Erdoğan’ın sarayına bir kez gitmedim, çok güzel… Peki benim belediye başkanlarım çadırda mı oturuyor? Neredeyse tüm belediye başkanları kendi ölçeklerinde birer Tayyip Erdoğan gibi takılmıyor mu?

2019’u ayırırsak, yıllardır bağcıyı dövecek gibi konuşuyor ve her seferinde dayak yiyorum. Bir kez de bağcıyı görmezden gelip bağa baksam? Kendi kitlemi coşturmak için beşli çeteyi yargılayacağım diyorum da, onlar sadece emir eri. Bir milyon hafriyat kamyonu var bu ülkede. Beşli çeteyi yargılarken o kamyonlar ve kamyoncular ne yapacak? İstanbul Ankara arası ikinci bir otoban gerekli, on yıl içinde İstanbul’dan Diyarbakır’a, İzmir’den Erzurum’a Ankara merkezli süper tren hatları inşa edilmeli. Samsun’dan Çukurova’ya hem süper tren, hem otoban gerek ki Karadeniz, Akdeniz’le kavuşsun ve Anadolu’nun ortasında Merkez Türkiye şehri kurulmalı ki İstanbul daha fazla boğulmasın. Binlerce kreş, okul, yurt gerekli. Bu inşaatları nasıl yapacağız? Ben niye bunları hiç konuşmuyorum?

Seçimi kazanırsam birkaç puan oy farkıyla kazanacağım. Bu kadar farkla yirmi beş yıllık bürokrasiyi değiştirebilir miyim? Bu kadar farkla Erdoğan’ı yargılayabilir miyim? AKP’nin birikiminden yararlanmayacak mıyım? Erdoğan’dan Putin konusunda fikir almayacak mıyım? Yargılayacağım, bitireceğim demek kolay da, bu dile kim oy verir? Her şeyi o kadar politika üzerinden değerlendiriyorum ki, iş hayatını, esnafı, emekçiyi, işçi sınıfını, teknokratları siyasi genellemeler içinde kaybediyorum. AKP’ye oy veren %50 aptal mı, cahil mi, hain mi? Ben gürledikçe beni alkışlayanlar anlamıyor ama seçimi kazanmam için beni alkışlaması şart olanlar tüm bunları anlıyor ve bu nedenle de bana oy vermiyorlar.

Hayatımın en coşkulu seçim kampanyası, tapelerin rüzgarı altında geçen 2014 yerel seçimiydi. Nasıl da coşkuyla haykırıyordum mitinglerde… Sonra ne oldu? CHP o seçimde en büyük yenilgiyi aldı. Demek bize hitabet değil, metanet gerek… Siyaset tarihimizde “geçmişi yargılayacağım” diyerek seçim kazanan var mı? Seçmen geleceği seçer.

Kaybedersek ben kaybetmiş sayılacağım. Şu an dillerini yutanlar, o zaman ‘biz söylemiştik’ diyecekler. Bu döngüyü bir kez daha yaşamaya tahammülüm yok. Önümüzdeki beş ayda kendi seçmenimin pasif agresif baskılarına boyun eğmeyeceğim. Erdoğan’ın işine gelen kutuplaştırıcı dili tıpkı 2019’da olduğu gibi ofsayta düşüreceğim.

Bu ülkenin %99’u işinde gücünde, barış ve kardeşlik isteyen güzel insanlar. Beni sevmeyenlerin de beni sevmesi için, o insanları dinlemek ve anlamak zorundayım… Üç çeyrek yüzyıl yaşadım, seçimi kazanmak değil ülkemi kazanmak istiyorum.

Karşıtlık dilinden bir kez sıyrılırsak geriye eğitimdeki başarısızlıklar, gençlerin mutsuzluğu ve adaletsiz gelir dağılımı kalır. Bu sorunlar bu ülkenin kör düğümleri ve bu düğümleri çözersem ben çözerim.