Siyaset elbet iktidar olmak hedefini taşımalıdır, aksi halde bir fikir kulübü etkinliğinden öteye gidemez. Zaman zaman doğasından kaynaklı esneme payı olsa da, temel ilkeleri bulunmayan, üzerine iyi düşünülmüş bir programa dayanmayan siyasal yapılar çabuk erir. Siyasetin ikna ve uzlaşma sanatı olduğunu söyleyerek yanlış bir sonuca varılmamalıdır. Nihayetinde kendi sözü olmayan her siyasal hareket, taklit ettiğini/benzemeye çalıştığını güçlendirir. Toplumun hangi konuda ikna edileceği sorusu önemlidir… Öyleyse söylenenin tersine ayrışmak lazım!

Öteden beri pazarlanan memleketin büyük kısmının dindar/muhafazakâr olduğu tezi üstünde durmak gerek örneğin. AKP döneminde yaratılan dine bu memlekette kaç kişi inanıyor? Her tür çıkarcılığa, adam kayırmaya dayanan; küresel kapitalizme tamamen teslim olmuş, görgüsüz bir bayağılığın saltanatına hizmet eden bu yeni din, toplumun hangi kesimlerini mutlu ediyor? Evinde tanrısına avuç açıp, bir kişinin kılına zarar vermektense, aç açık kalmayı yeğleyecek olan masum yurttaşın diniyle; diyanetin esaretinde, hocaların elinde siyasal aygıta dönüşen din aynı mı? Öyleyse, benzeyerek değil, ayrışarak yol almalı…
İktisadi meseleler için de aynı açmaz geçerli. Piyasacı, salt kâr dürtüsüyle tasarlanmış her iktisadi program dar gelirlinin aleyhine olacak ve yaratılan muhtaçlar toplumunu büyüterek, köle seçmenler üretecektir. Bu düzene aynı bakışla karşılık vermek, üstelik bu hırsızlık iktisadı içinde yol bulmak olanaksızdır. Kendi toprağına, tohumuna, suyuna önkoşulsuz sahip çıkmadan, muhtaçlar toplumundan kurtulmak söz konusu değildir. Muhtaç kimselerin ilkesi olmaz, demokrasisi hiç olmaz. Kamucu olmaktan korkmamak gerek. Radikal öneriler getirmek gerek. Haksız edinilmiş malları sahibine, topluma geri vermek gerek! O halde, ayrışmak gerek…
Yaşam biçimi tartışmaları haklıdır öteden beri. Karşı devrimci, sinsi siyasal yapılar, bir süre kendi kimliğini yansıtmasa da, gücü eline geçirince saldırganlaşmakta ve tehdit etmektedir kendi gibi olmayanı. Salt bu bile benzeşmemek gereğinin göstergesidir. Tüm siyasal söylemini sanal düşman yaratarak sürdüren, sınırsız esnekliği olan bu yapılara karşı ilk adım onları net teşhir etmek ve keskin ayrıma gitmektir. Selam bile vermek yanlıştır. Nezaket suçun, suçlunun üstünü örtmenin aracı olamaz. Demek ki, ayrılmak ve kendi yolunda akan siyasal yol yaratmak gerekir…

Peki, bu nasıl olacak?
Güncel ve telaşlı olmak hata yaptırır. Kuşkusuz ağır sorunlar var. Önce kim olduğumuzu ve kime sesleneceğimizi bilmeliyiz. Bugün kendini ‘öteki’ sayan, sürekli kapı dışarı olma tehdidi alan herkes o ‘biz’ içindedir. Ama yetmez bu tarif… Bir adım ileri gitmek gerekir; esnaf dinci ekibinin en büyük kozu iktisadi alanı iyi kullanması ve biat eden herkesi doğrudan veya dolaylı beslemesidir. O halde; ekmeği nasıl bölüşeceğimizi de iyi sorgulamalıyız. Kaba ayrışmadan doğan zorunlu yan yana olmak yol almaya yetmez. Bugüne dek hep liberal tezler üzerinde uzlaşıldı. Bu defa ayrışmalıyız ve kendimiz olarak yürümeliyiz.

‘Gezi Dirilişi’ bir gereksinimden doğup, örnek bir yaşam biçimi olarak durdu önümüzde. Dayanışmacı, seküler, mutlak eşitliğe dayanan, düşünceyi/sanatı öne çıkaran, inançları sorgulamayan, etnik unsurları belirleyici saymayan ancak bunların özgür ifadesine olanak veren bir yapıydı. Gereksinim duyulduğu kadar tüketmenin erdemine inanan; birlikte üretme bilincini ortaya koyan bir deneyimdi. O halde ‘Amerikan Rüyası’ yalanı yerine, ‘Anadolu Rüyası’ koymak mümkün. Acılı topraktan, barış iklimine geçmek ve en önemlisi bunu yaratan ve körükleyenlerle yolları net ayrıştırarak yeni bir öykü yazılmalı…
Koca insanların umutsuzluğuna şaşıyorum. Küresel kapitalizmin desteğini ardına almış din tacirlerinin başardığını, bunca yıllık birikimiyle vicdan cephesi nasıl başaramaz ki? Önce herkes kendine dönmeli ve “Bu savaşıma gücüm var mı, yoksa kahraman mı arıyorum?” diye sormalı. Ayrışmak lazım… Zalimden, hırsızdan, katilden…
İnsana dokunmak için koyulmalı yola…
Haklı olmak yetmez bugün, bir de bunu anlatmak gerek!