Creed: Kimse hayat kadar sert vuramaz

Rocky Balboa’nın film karakteri olduğuna inanmak zor. Kendisi gerçekten de Philadelphia’da yaşayan ve Sylvester Stallone isimli aktöre çok benzeyen birisiymiş gibi. 1976 yılında hayatlarımıza giren bu karakter Rocky serisinin (şimdilik) son ayağını oluşturan ‘Creed: Efsanenin Doğuşu’ (Creed) ile bir kez daha karşımızda. Bu sefer biraz farklı; rakibimiz ringin içinde değil.

YÖNETMENİN YÜKÜ AĞIR
Creed’in yönetmeni, Fruitvale Station filmi ile 2013’te Sundance Film Festivali’nden hem seyirci hem de büyük jüri ödüllerini alan, Ryan Coogler. Gerçek bir olaya dayanan filmde siyahilerin yaşadığı polis şiddetine dikkat çekmiş olan yönetmen, kendine has tarzıyla bağımsız bir film ortaya çıkarmış ve sert bir konu işlemişti.
Creed konu olarak o kadar sert değil ancak yönetmenin bu filmdeki yükü çok daha ağır. Sonuçta, 1970’lerden beri seyirci ile çok kuvvetli bir bağ kurmuş olan Rocky kendisine emanet ediliyor. Yönetmen doğru hamlelerle, Rock Balboa efsanesinin önemini ve saygınlığını bozmadan, onun yaşlılığını sömürmeden, Rocky’yi biraz kenara çekerek, merkeze Adonis Creed’i (Michael B. Jordan) oturtuyor; önce Rocky’in rakibi sonra can dostu olan, serinin felsefi ayaklarından birini oluşturan Apollo Creed’in gayri meşru oğlu.
Yönetmenin kendisine ve filmine karşı güveni tam. Uzun bir koridordan akarak ilerleyen kameranın bir odada dövüşen iki küçük çocukla yaptığı açılıştan bu güveni hemen alabiliyorsunuz. Bu çocuklardan birisi olan Adonis Creed’e yaklaşıp onun hikâyesiyle devam ediyoruz. Filmin ilk dövüş sahnesinde, ringin dört köşesinde tek plan olarak dolaşan kamera ile enfes bir müsabaka izliyoruz. Ruhen ve görsel olarak 70’ler, 80’lere yakın duran film ile Amerika’nın ilk başkenti olan Philadelphia’nın alt kültür, eski şehir dokusuna ait görüntüleri sayesinde ilk filmden itibaren aynı yerde olduğumuzu ve pek fazla bir şeyin de değişmediğini hissediyoruz.

AYAĞA KALK
Filmin isminin Creed olması, Rocky’nin meşaleyi Creed’e devrettiği anlamına da gelebilir. Kenar mahallede hayata mağlup başlayan Rocky, sert kapitalist sistemde en alttan zirveye çıkılabileceğinin sembolü gibidir. Bir çeşit Amerikan rüyasının canlı kanlı örneğidir. Creed’in ise onun gibi en alt tabakadan başlamasına gerek olmadığını görüyoruz. Kendisi iyi eğitim almış ve maddi olarak her türlü imkâna sahip. Ancak o da manevi olarak bir yıkım içindedir ve babasının soyadını layıkıyla taşımak, aynı zamanda da kendi kimliğini inşa etmek için ayağa kalkma mücadelesini en az Rocky azmiyle göstermesi gereklidir.

ÖDÜL STALLONE'UN
Filmi yaratanlar her ne kadar bu bir Rocky filmi değil deseler de, bu bir Rocky filmi. Boks ringine çıkmasa da, filmin yıldızı gene kendisi. Varlığıyla sahip olduğu sahici etkileyiciliğini 70’lerinde olmasına rağmen koruyan Rocky’nin hayatında sevdiği herkes ya ölmüş ya da uzaklara gitmiş. Kendisi sakince hayatının bitmesini beklemektedir. Ve sanki bu film ile kendi jenerasyonuna veda etmekte gibidir. Sylvester Stallone, bu filmdeki sahiciliğiyle ve seyirciye hiç çaba harcamadan geçirdiği, halden anlar, bizden biri hissi, ile ödülü hakkediyor. Akademi’nin kendisine en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü vereceğine eminim. Böylece bu ödül ile büyük bir devrin sonu gelmiş olacağız. Belki yeni jenerasyon Creed ile devam eder. Göreceğiz.

RİNGİN İÇİ VE DIŞI
Sylvester Stallone ve Michael B. Jordan’ın birbirlerini tutan kimyaları inanılmaz. Her ikisi de güçlü ve duygusal olarak etkili performanslar ortaya koyuyorlar. Stallone’un Creed’i fiziksel ve ruhsal anlamda eğitimi ile Rocky öğretisi bir kez daha onurlandırılıyor. Sporun ve başarının çıkış noktasının en derinlerden geldiğini bir kez daha izliyoruz. Creed, finalini Rocky filmlerinde olduğu gibi; hayatla ilgili bütün hesapların görüldüğü, yenilmez gözüken bütün rakiplerin yere serildiği, ringde tamamlıyor. Ring dışında da ring içinde de, Rocky’nin dediği gibi “Kimse hayat kadar sert vuramaz”. O yüzden elinden gelenin en iyisini yapmaya hazır olmalısın.