Hollanda futbolunun gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu, kimilerine göre Pele, Maradona, Platini gibi isimlere nazaran sansasyonlara pek bulaşmamış karakteriyle daha ön plana çıkan Hendrik Johannes “Johan” Cruijff, 24 Martta geçen seneden beri savaştığı kansere yenik düştü. Son 10 gündür futbol dünyası, başta Ajax ve Barcelona olmak üzere ona tam bir saygı duruşu örneği gösteriyor. Biz, bu haftaki köşeyi bu duruşa katılarak ve onun efsane mertebesine ulaştığı Ajax’tan, pek anlatılmayan 2 hikayenin sonucunda nasıl 2 kez ayrıldığını size aktaralım.

İlki, Cruijff’un 1973 yılında, Ajax ile üst üste üçüncü kez kazandığı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın ardından Amsterdam’dan ayrılıp Barcelona’nın yolunu tutuş hikayesi. 1972 yılında Kıtalararası Kupa’yı Independiente’yi mağlup ederek kazanan takımda Cruijff kaptanlığı takımın golcüsü Piet Keizer’dan devralır ve 1973 yaz aylarına dek pazubandı kolunda taşır. Derken temmuz ayında, kamp yapmak için gidilen, Hollanda’nın yürüyüş parkurları ve orman havası ile ünlü De Lutte köyündeki bir otelde kaptanlık konusu tekrar gündeme gelir. Keizer kaptanlığı geri istemektedir, Cruijff’un ise geri adım atmaya niyeti yoktur. Futbolcular arasında bir oylama yapılmasına karar verilir. Sonuç efsaneyi şok edecektir. Zira 16 oyun sadece 3’ünü alabilmiş, diğer 13 futbolcu Keizer’in tekrar kaptanlığa getirilmesi yönünde oy kullanmıştır. Cruijff çok sinirlenir, hışımla odasına gider, telefonu kaldırır ve kayınpederi, aynı zamanda menajerliğini yapan Cor Koster’ı arar: “Hemen Barcelona’yı ara, burada işim bitti”. 1 ay sonra, Cruijff Katalan devine imza atar. Ancak dünya futbol tarihini değiştiren transferin arkasında sadece bu olay yatmamaktadır. Aslında Barcelona’nın o zamanki başkanı Armand Carabén’in hedefi Almanların “Bombacı” (Der Bomber) lakaplı golcüsü, Gerd Müller’dir. Hatta başkan ile Bayern’in direktörü Robert Schwan, temmuz ayında transfer için bir kontrat dahi imzalamıştır. Ancak görüşmelerin basına sızması sonrasında transfer suya düşer. Barcelona B Planı’na yönelmiştir ve o da Cruijff’un ta kendisidir. Bu gerçekleşmeyen transferin Bayern tarihine de büyük katkısı olmuştur. Zira, Mart 1973’te kadrosunda Müller varken, Amsterdam’da, Şampiyon kulüpler Kupası çeyrek finalinde Ajax’a 4-0 mağlup olan Bayern Münih, (bu maç, 2005’te Fransız dergisi L’Équipe tarafından, “futbol tarihinin gördüğü en büyük Total Futbol gösterisi” cümleleriyle Avrupa kupaları tarihinin en güzel maçı seçilmiştir), Cruijff’un Ajax’tan kopuşu sonrası izleyen 3 yıl boyunca Avrupa’nın en büyük kupasına ambargo koymuştur. Bombacı Müller de kıta futbolunu hegemonya altına alan Bayern ile çıktığı toplam 453 resmi maçta 398 gol atarak müthiş bir kariyere imza atmıştır.

Gelelim ikinci hikayeye. Bu sefer yıl 1983. Yani ilk hikayeden tam 10 yıl sonra. Barcelona sonrası Los Angeles Aztecs, Washington Diplomats ve Levante formalarıyla top koşturan Cruijff, 1981’de Ajax’a dönmüş ve 2 sezonda 2 şampiyonluk daha kazanmıştı. 1983 yılının yaz aylarında, onu Ajax’a getiren başkan Ton Harmsen, 36 yaşında bir futbolcuya senelik 1,5 milyon gulden vermeye pek yanaşmıyordu. Cruijff yine kayınpederini arama vaktinin geldiğini anlamıştı. Bu seferki rota ezeli rakip Feyenoord’du. İlk başlarda bir Ajax efsanesini kabullenmekte zorlandı Rotterdamlılar. Ama 37 yaşındaki futbolcu toplamda 44 kez formasını giydiği kulübe hem lig hem kupa şampiyonluğunu getirince hakkındaki bütün düşünceler değişti. 14 numara futbolu sezon sonunda bıraktı. Feyenoord o günden bu yana geçen 32 yılda sadece 2 kez şampiyon olabildi, bir daha duble yapacakları sezon için ise ne kadar beklemeleri gerekecek bilemiyoruz. Efsaneye selam olsun.