GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN

Bu iktidar kendini nereden inşa ettiyse oradan çöküyor. Milli Görüş'ün 1990'ların ortasında yerelden, bilhassa da İstanbul ve Ankara'dan başlattığı yükseliş öyküsü nasıl 31 Mart/23 Haziran'da sona erdiyse 12 Eylül 2010 referandumuyla başlayan hukuku iktidara bağlama, avukatları sindirme operasyonu da şimdilerde duvara çarpıyor.

Türkiye'de rejimin değişmeye başladığının göstergesi kurumların özerkliğini adım adım kaybetmesiydi. Bu kurumların başında da yargı gelmekteydi. Yüksek yargıçların bir bölümü henüz sistem değişmeden ‘başkanlık modeline’ geçmişti. Tek adam rejimini şaibeli biçimde kuran 16 Nisan referandumundan bir yıl önce Yargıtay Başkanı, Erdoğan için 1 dakikada 5 defa devlet başkanı demişti. Aynı dönemde Yargıtay, Sayıştay ve Danıştay başkanları Erdoğan'ın Rize ziyaretine katılıp beraber çay toplamıştı. O fotoğraf iddia edildiği gibi ‘devlette uyum’u değil yargının Cumhurbaşkanı'na teslimiyeti anlamına geliyordu. Nitekim bu olaydan iki ay sonra AKP, Danıştay ve Yargıtay'ın daire ve üye sayısını düşüren, Erdoğan'ın atama yetkisini genişleten bir yasayı apar topar Meclis'ten geçirmişti.

15 Temmuz'dan sonra Saray'ın yargıyı bütünüyle kontrol etme isteği zirve noktasına çıktı. Referandumdan sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı'ndan Yargıtay Başkanı'na kadar birçok isim Saray'da Erdoğan ile görüştü ancak ne görüştükleri kamuoyuna açıklanmadı. Erdoğan'ın karşısında cübbesinin önünü kapamaya çalışan Danıştay Başkanı Güngör ise referandumla "kuvvetler ayrılığının güçlendiğini" iddia ederek açıktan tek adam rejimini savundu. Ankara Barosu, Güngör'ü sert bir biçimde eleştirdi ama ne Güngör ne de diğer yüksek yargı başkanları tutum değiştirdi. Mükâfatlarını da aldılar; örneğin Güngör'ün kızı ise kariyer basamaklarını baş döndürücü bir hızla tırmandı.

Adli yıl açılış töreni ilk kez 15 Temmuz sonrasında, kaotik atmosferden yararlanarak Saray'da yapılmıştı. 2017'de de Saray'da yapılmasına teşebbüs edilmiş fakat eleştiriler üzerine tören Yargıtay'a alınmıştı. Bu yıl geçen sene olduğu gibi açılışın Saray'da gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı ve Yargıtay Başkanlığı'ndan barolara davet yazısı gitti. Fakat hem iktidar kanadı hem de yüksek yargıçlar beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştı. İzmir, İstanbul ve Ankara baroları başta olmak üzere 40'ı aşkın baro Saray'da adli yıl açılışını boykot edeceklerini duyurdu. Kamuoyuyla paylaşılan metinler Türkiye'deki rejim ve ‘hukuk düzeni’ adına çok şey söylüyor. İzmir Barosu, Yargıtay Başsavcılığı'na hitaben "Bize kalırsa siz de o salona gitmeyin" diyor, İstanbul Barosu ise "Mevcut sistem en çok kuvvetler ayrılığını tahrip etti" diyerek meselenin yalnızca mekân olmadığını sistemle ilgili olduğunu haykırıyor. Zira mevcut rejim örgütlü adaletsizlik üzerine kurulu; o değişmeden adaletin tecellisi mümkün değil. Bunu en iyi avukatlar biliyor. Saray hukuk camiasından gelen bu çapta bir itirazla daha önce karşılaşmamıştı. Açtığı gedik tahminlerden büyük olacak.

TBB Başkanı Feyzioğlu'nun devleti savunma kisvesi altında iktidara arka çıktığı ve AKP'nin makyaj çabası olan yargı paketini canhıraş bir biçimde alkışladığı düşünülürse baroların bu çıkışının ne denli önemli olduğu bir kez daha anlaşılmış olur. Avukatlar itiraz etme cesaretini yalnızca hukukun üstünlüğüne duydukları inançtan almıyorlar. Onlar aynı zamanda halkın adaletsizlikten, bozuk düzeden ve Saray vesayetinden bunaldığının farkındalar. 31 Mart/23 Haziran süreci ve değişim talebinin yükselmesi sanatçılara, bilim insanlarına, gazetecilere olduğu gibi hukuk insanlarına da ilham ve cesaret aşıladı. Ve Saray'ın ‘hukuk’ aracılığıyla yukarıdan aşağıya toplumu avucunun içine alma projesi büyük ölçüde sarsıldı. Bu gerçeği ne Feyzioğlu ne de Saray müdavimi ‘hukukçular’ değiştirebilir.

Bugün var olan düzenin değirmenine kim su taşıyorsa geleceğin Türkiye'sindeki yerini kaybetmiştir. Bu, işçileri değil kendi koltuğunu düşünen Türk-İş Başkanı Atalay için de Saray'daki törenine koşa koşa gidecek olan Feyzioğlu için de cübbesinde ilik arayanlar için de aynen geçerlidir. Gündelik çıkarlar uğruna temsil ettikleri kitleye sırt çevirenlerin devri artık kapanıyor. ‘Millici’ görünerek iktidarın ekmeğine yağ sürenlerin kandırabileceği fazla insan kalmadı. O nedenle Kazdağları'ndaki doğa katliamını, Feyzioğlu'nu ya da Atalay'ı savunacak kadar dibe vuranları, örneğin Perinçek gibilerini kimse dikkate almıyor.

Gerçek manada demokratik bir rejim kurma aşaması geldiğinde AKP'li yılların yükünden tümüyle kurtulmak şart olacak. Arınma, sadece rejimin karar alıcılarıyla sınırlı olamaz, onlara açık ya da örtük destek verenleri de kapsamalı. Unutmayalım sahici bir hesaplaşma yaşamadan ‘kucaklaşmak’, ülkeyi karanlığa götürenleri ve buna direnenleri hatırlamadan yeniyi kurmak mümkün değil.