Tatili tamirat tadilat işleriyle geçirirken ne yazı yazabildim ne de memlekette olup bitenlere bakabildim. İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinden haberdarım ama… Görkemli kalabalıklar toplayıp, başarılı mitingler yaptı. Keşke Ordu’da yaşananlar yaşanmasaydı! AKP-MHP cephesinin, bindiği uçaktan yaptığı tatile, ağzından çıkan her sözden çıkmayanlara kadar her işine bir kulp takmak için elinden geleni ardına koymadığı şu süreçte, Ordu Valisi’ne […]

Tatili tamirat tadilat işleriyle geçirirken ne yazı yazabildim ne de memlekette olup bitenlere bakabildim. İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinden haberdarım ama… Görkemli kalabalıklar toplayıp, başarılı mitingler yaptı.

Keşke Ordu’da yaşananlar yaşanmasaydı!

AKP-MHP cephesinin, bindiği uçaktan yaptığı tatile, ağzından çıkan her sözden çıkmayanlara kadar her işine bir kulp takmak için elinden geleni ardına koymadığı şu süreçte, Ordu Valisi’ne dediği ve demediği üzerinden bilcümle iktidar medyasının ona yüklenmesinin şaşılacak bir yanı yok.

Şimdi, her türlü “tuzakla” karşılaşmanın sıradanlaştığı zamanlardan geçerken, başta İmamoğlu, muhalefetin her bir ferdinin olağanüstü dikkatli olması gerekiyor.

Bu konuya döneceğim, ama Ankara yolunda ikinci yarısını yakalayıp izleyebildiğim, Şenol Güneş’in millete bayram şekeri ikramı tadındaki Fransa zaferine değinmem lazım.

Tarihimizde ilk kez Fransa’yı yendik. O Fransa ki, son dünya şampiyonu! Maç üzerine işin uzmanları uzun süre konuşur, ben maçtan değil bu yazı için bilgisayar başına oturduğumda oda komşumun cep telefonundan gösterdiği bir “haber”den söz edeceğim.

Güzide bir haber kanalımızın ekran görüntüsünü “Bunu gördün mü?” diye uzatan arkadaşımın elindeki telefonda; sol üstte A Haber, sağ üstte “Macron’a Osmanlı tokadı” yazıyor; ikiye bölünmüş ekranın sol tarafında milli takım ve FAVORİ ÜLKEYE KONYA’DA ŞOK yazısı, sağ tarafında da spor spikeri İlker Yeşiltaş görünüyordu.

Arkadaşımın özellikle görmemi istediği ise haber altı yazısıydı:

“FRANSA’YI YENEREK TARİH YAZAN MİLLİ TAKIMIMIZI GALİBİYETE TAŞIYAN TAKTİĞİ SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZIN VERDİĞİ ORTAYA ÇIKTI.”

Hiç duraksamadan; “Montajdır o” dedim; öyle ya, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Fatih Terim’e ne garezi olsun ki, o takımın başındayken taktik vermeyip Şenol Güneş gelir gelmez taktik vermeye başlasın!

Montaj mı gerçek mi bilmiyorum, ama bu alt yazı iktidarın sesi medyamızın habercilik anlayışını pek güzel yansıtıyor. İşte bu medya, İmamoğlu’nun yaptıklarını da yapmadıklarını da vermenin “uygun” bir yolunu bulur, buluyor!

Yine de, onlar nasıl verir kaygısı ve dikkati ile değil, ama karakterinizin bir parçası olarak belli davranış biçimlerinden şaşmamakta fayda var.

Öyle yapınca, en azından “ÇÜK belası”na bulaşmamış olursunuz!

“Very Important Person”ın (Çok Önemli Kişi) kısaltması VIP’e “ÇÜK” derdi Bekir (Coşkun) Abi. “Önemli”yi “Ünlü” diye çevirip; VIP’i Türkçe “Çok Ünlü Kişi” diye açar, sonra da onu  ÇÜK diye kısaltırdı.

“Çok Önemli Kişi” diye daha doğru bir çeviri yapıp “ÇÖK” dese, “ÇÜK” kadar etkili olmazdı tabii. Önemli kişiler çoğunlukla ünlü olduğu için, yanlış çeviri de sayılmaz.

Bu VIP salonlarından, hem de daha tıfıl bir muhabirken, bir milletvekilinin misafiri olarak ÇÜK’ten sayılarak benim de geçmişliğim var.

İmamoğlu da, Karadeniz’e giderken VIP’ten girmiş çıkmış sorun olmamış da, dönüşte Ordu’da sorun olmuş. 

Ne oldu, nasıl oldu, kim ne dedi noktasında değilim. Bazen “önemli kişiler”in iş yoğunluğu nedeniyle hızlı giriş çıkış yapmalarını da anlayabiliyorum. Ancak, halkla kucaklaşmayı hayat felsefesinin temeline koymuş sol siyaset erbabının VIP’i de ÇÜK’ü de kategorik olarak reddetmesinden yanayım.

Bir yönetici için; doğal ortamlarda, toplu taşımada, pazarda (sadece seçim kampanyalarında değil), havaalanında vatandaşlarla birlikte olması altın değerinde bir siyasal iletişim ve halktan beslenme fırsatıdır.

Zaten, “Nimet paylaşımında kendinizi en sona, külfet paylaşımında en başa yazan” bir yöneticiyseniz, VIP’e ÇÜK’e itibar etmez, milletin gönlünde en müstesna yere oturursunuz.