Sinema tarihinde nükleer enerji santrali övgüsü içeren bir tek film bile hatırlamıyorum.

Sinema tarihinde nükleer enerji santrali övgüsü içeren bir tek film bile hatırlamıyorum. Bu konuda tam tersi geçerlidir; içinde nükleer santral bulunan The China Syndrome (1979) veya Silkwood (1983) gibi filmler, içinde nükleer santral bulunan bir hayatın nasıl tehlikeli ve korkutucu olacağını anlatır -Karen Silkwood’un gerçek yaşam öyküsünden uyarlanan Silkwood‘da bir plütonyum işleme merkezinde çalışan Karen’ın üstündeki radyoaktif kirden kurtulmak için bedeninin sert fırçalarla tarandığı o korkunç duş sahnelerini kim unutabilir ki?! Bu konuda olumlu film yapmak tıpkı dünyaya çarpacak bir meteor hakkında olumlu film yapmak gibi olacağı için -inandırıcı olmaktan dünyalar kadar uzak, rahatsız edici bir palavra…- rasyonel düşünceden azıcık nasibini almış hiç kimse bu işe bulaşmaz. Türkiye hariç!
12 yıldır, son derece pespaye, rezil, yalan dolan filmler yapmasına rağmen hâlâ batmamış bir yapım şirketi var: AKP (Ayakkabı Kutusu Prodüksiyon) Şirketin son zamanlarda yaptığı beton tapınmalı ‘Onlar Konuşur Biz Yaparız’ serisini görmüşsünüzdür; bu serinin bir nükleer enerji bölümü var ki, ‘düşman başına’ bile değil!

İki yaşlı adam Silifke-Mersin yolunda Limonlu sahilindeki (Erdemli) sitelerden birinin önünde oturmuş nükleer enerji hakkında konuşuyorlar. Beton blokların bile güzelliğini bozamadığı bu sahil bölgesi, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’ne yakınlığı sebebiyle belli ki prodüksiyon ekibi tarafından özellikle seçilmiş. Adamlardan biri nükleer enerjiye karşı ama yeterince bilinçli bir karşıtlık değil bu, sadece 43 saniyede fikrini değiştiriyor. Filmin söylemek istediği de bu zaten, ‘nükleer enerji karşıtlığı 43 saniyede ortadan kalkacak kadar temelsizdir’... Diğeriyse ezberlediği sayılarla hangi ülkede kaç tane nükleer enerji santrali olduğunun bilgisini yağdırıyor. Çernobil ismini belki hayal meyal anımsayan, 1957’de patlayan Çelyabinsk’i hiç bilmeyen, en yeni nükleer facia Fukuşima’yı inanılmaz bir hızla unutan, Akkuyu’daki santrali Çelyabinsk ve Çernobil’i yapan Rus nükleer enerji kurumunun bugünkü uzantısı olan ROSATOM’un yapıyor olması gibi gereksiz bilgilerden uzak tutulan izleyicilerin sadece şunu düşünmesi isteniyor: Paris’in burnunun dibinde altı nükleer enerji santrali varken Akdeniz’in yamacında bir tanecik olmuş çok mu?! Nükleer atıkların imhasının ölümcül zorluğu, toprak ve suya sızması muhtemel radyasyonun vereceği zararlar tamamen konu dışı tabii...

Bu korkunç derecede saçma filmi izlerken Ahmet Yüksel Özemre’nin yazdıkları geliyor aklıma; Çernobil faciası sırasında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı olan Özemre’nin kendisini ve dönemin iktidarını temize çıkarmak için 2003’te yayımladığı Çernobil Komplosu adlı kitapta yer alan, Ukrayna üzerinden gelen yağmurun bir gecelik etkisine dair şu satırlar: “Gündüzün Edirne’den gelen bir telefon Kapıkule-Edirne yolunun 2,5 km uzunluğundaki bir kısmının derhâl âcil tedbir alınmasını gerektirecek kadar radyoaktif kontaminasyona mâruz kalmış olduğunu bildiriyordu. ...Bu, o sıralarda İstanbul’da havadaki radyasyon düzeyinin tam 1000 misli idi. ...Edirne’ye hemen hareket eden ÇNAEM (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi) Dekontaminasyon Birimi Kapıkule-Edirne yolunun kontamine olmuş olan 2,5 km’lik kısmını Vâliliğin görevlendirdiği İtfaiye’nin de yardımıyla ve epeyi uzun bir çalışmadan sonra tamâmen dekontamine etmeyi (yâni radyoaktif bulaşıklılığını gidermeyi) başardı. Biriken yüksek radyasyonlu çamurlar ise varillere doldurularak ÇNAEM’e getirildi; hazırlanan özel bir derin bir çukura gömülerek emniyet altına alındı.”

O çukur nasıl bir çukurdur? (“Amerika’da 104…”) Tam olarak nerededir? (“Fransa’da 59…”) Bugün ne durumdadır? (“Rusya’da 31…”) Gelecekte daha kaç tane çukur açılması gerekecektir? (“Kanada’da 18 tane var bu santrallerden…”)
Ve son olarak, ampul sembolünü farklı fantezilerle yakmak için bu santrali feci biçimde arzulayan Ayakkabı Kutusu Prodüksiyon, bir gün o çukura girmek zorunda kalacağını bilmekte midir?..