2011 yılı Mart ayında başlayan iç savaşın ardından Türkiye’ye sığınan 3 milyon 600 bini aşkın Suriyeli, zor koşullarda yaşamlarını sürdürüyor. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı 2018’in sonunda 3 milyon 618 bin 624’e ulaştı. Türkiye, Suriye’den gelen göç dalgasıyla birlikte dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke. […]

Çukurova Üniversitesi’nden Sosyolog Prof. Dr. Adnan Gümüş: Suriyeliler kalacak entegrasyon sorun

2011 yılı Mart ayında başlayan iç savaşın ardından Türkiye’ye sığınan 3 milyon 600 bini aşkın Suriyeli, zor koşullarda yaşamlarını sürdürüyor. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı 2018’in sonunda 3 milyon 618 bin 624’e ulaştı.

Türkiye, Suriye’den gelen göç dalgasıyla birlikte dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke. Peki, Suriyeliler kalıcı olacak mı? Ne gibi sorunlarla karşı karşıyalar? Sığınmacıların entegrasyonu için hükümet yeterli çabayı gösteriyor mu? Bu soruya yanıt aramak için Çukurova Üniversitesi’nden sosyolog, Prof. Dr. Adnan Gümüş ile görüştük. Prof. Dr. Gümüş, “Suriyeliler de Türkiye’de kalacaklar ama ikincil bir kimlik olarak kalacaklar. Hiçbir zaman için tam entegrasyon olmayacak” diyor.

• Üç milyon 600 bini aşkın Suriyeli var. Devletin harcadığı para ise 30 milyar dolardan fazla. Bu bağlamda siz Suriyeli sığınmacılara dair güncel tabloyu nasıl değerlendirirsiniz?

3 milyon 600 binin üzerinde… Mülteci konumunda gelmeyen, pasaportuyla gelen bir grup var. Bir miktar da kayıt dışı var. Artı, yeni oluşan bir durum daha var; inşaat sektörünün durmasıyla azaldı ama yine de bir miktar işçi göçü oluşmaya başladı. Temizliktir, ayakkabıcılıktır, inşaattır oralarda çalışıyorlar. Böylece yuvarlak bir rakamla 4 milyonluk bir kitleden söz edebiliriz.

YENI GÖÇ OLMAYACAK

• 10 yıl içinde bu sayının artacağını dile getirenler var. Siz uzun dönemde gelmelerin devam edeceği öngörüyor musunuz?

Hayır, burada yanlış bir öngörü var. Gelenlere, ‘çocuğun burada mı’, ‘arabalarının ne kadarı burada’ mı diye sorduğumuzda, bir kere çekirdek ailenin Türkiye’de olduğunu görüyoruz. Onun için yeni bir göç dalgası olmayacak ya da çok sınırlı düzeyde olacak. Ne olacak, sadece doğma yoluyla büyüme devam edecek. Ama şunu bir parantez olarak açmak zorundayız: Yeni ve daha şiddetli çatışmalar olursa, elbette nüfusun büyüme riski var ancak o olasılığın yüksek olduğunu zannetmiyorum. Giderek stabil bir durum oluşacak diye bekliyorum.

Tabii bir de entegrasyon meselesi var: Siz Türkiye’deki durumu, tersine entegrasyon kavramınızla açıklıyorsunuz. Ancak bunu açmakta fayda var.

Bunu bir kavram olarak söylüyorum. Entegrasyonda alıcı toplumların kabulü çok önemlidir. Entegrasyonun birinci şartı alıcı toplumlarım kabullenmesidir. Alıcı toplumlar kabullenmediği sürece, yeni gelenin tam entegrasyonundan söz edemeyiz. Onun için, işi verecekler, okulu sağlayacaklar ve onu o yerleşiklikten, o mahalleden, o kentten Adanalı, İstanbullu, Türkiyeli sayacak olan da alıcı toplumdur. Alıcı toplum bunu saymadığı sürece orada varlığı devam eder ama entegrasyon dediğimiz şeyin toplamı gerçekleşmez. Çünkü bir dışlama olduğu sürece, ikincil kimlik olarak kalmaya devam eder. Suriyeliler de Türkiye’de kalacaklar ama ikincil bir kimlik olarak kalacaklar. Hiçbir zaman için tam entegrasyon olmayacak. Bu ancak evlilikler yoluyla bir miktar olabilir. Tersine entegrasyon dediğim süreç tam burada devreye giriyor. Bunu derken ifade etmek istediğim realite; gelen kişi buraları oluyor, Türkiyeli oluyor. Nasıl Türkiye’den giden bizim en azıdan ikinci kuşaklar, Türkiyeli olmaktan daha çok Almanya’nın, Hollanda’nın, Fransa’nın alışkanlıklarını edinmişse, aslında uyum sağlamış durumdalar. Ama şu anda 1960’lardaki ilk günden daha Türkler orada. Niye, çünkü yerleşik topluluk; gelenler kalıcılaştıkça eğer kendinden kabul etmemişse tam tersine onların kalıcılaşmasına karşı bir reaksiyon göstermeye başlıyor. Buna ben tersine entegrasyon diyorum.

Yani yeni gelen entegre oluyor, yerli entegre olmamaya başlıyor. Hâlbuki entegrasyon toplamdır, iki tarafın birlikte sürdüreceği bir şeydir. Yerleşik onların yani bizim entegre olamayışımız artmaya, şiddetlenmeye başlıyor.

ÖRTÜLÜ ENTEGRASYON

• Türkiye’nin bir entegrasyon politikası var mı?

Türkiye’nin sağlıklı bir entegrasyon politikası yok, bu çok açık. Ama örtülü bir entegrasyon politikası var. Bu, yeni Osmanlıcık ile İhvan-ı Müslimi’nin karışımı bir şey…

Bu karışım bir yandan Müslüman Kardeşler ve müslümanlık üzerinden bağlar kurup; uzun erimli, bölgesel stratejileri beraber oluşturmak, oralarda kullanılabilir insanlar haline getirmek ya da organik bağı olan, dirsek teması olan yaratmak… Ancak bu Türkiye’nin ya da cumhuriyetçi politikaların öncelikleri arasında değil. Hatta bu politikaya sadece Suriyelileri dahil etmeyelim. Şu anda yüksek öğretime, kayıtsız koşulsuz yüzbinlerce yabancı öğrenci alıyoruz. Bunlar Suriyeliler politikasından çok farklı politikalar değil.

Bu bir organik bağ kurma, adam yetiştirme politikası… Türkiye’nin gerek içte gerek dışta sağlıklı bir entegrasyon politikası oluşturamadığı kanaatindeyim. Ülkelerin bir politikası vardır, bunu anlarım. Örneğin Fransızların Afrika’ya yönelik bir politikası var. Bunu kabul ederiz veya etmeyiz, ama neticede ne yaptığını görüyoruz. Türkiye’nin ne yaptığı da iyi planlanmış değil.

KADINLAR DÖNMEK İSTEMİYOR

• 3 milyon 600 bini aşan Suriyeli nüfusunun 380 bini Türkiye’de doğan bebekler… Bu bağlamda ilk göçten, bugüne Suriyelilerin yaşam kalitesinde bir iyileştirme söz konusu mu?

Türkiye iktisadi krize girmeseydi, Suriyeliler için daha kolay bir şekilde devam edecekti. Önce misafirdiler, devamında çok hızlı şekilde yanlarında 1-2 kişi çalıştıran küçük esnaf oldular. Orta büyüklükteki işletmeler, durumu fark etti, ucuz iş gücüne de evrildi. Urfa’da, Antep’te, Adana’da eskiden inşaat ustasının yanında yamakken, bir derece fark vardı, çok problem değildi. Ancak şimdi her kademedeki emek işlerini Suriyeliler karşılıyor. Bu büyük bir çatıma potansiyeli yaratıyor. Yerli işçi ve aileler artık çok daha kendisine rakip haline gelen bir durumla karşı karşıya.

Prof. Dr. Adnan Gümüş, muhabirimiz Uğur Şahin’e konuştu.

Tabii Suriyeliler çok daha ucuz iş gücü olarak görülüyor, çünkü kayıt dışılar. Ama çalışma saatleri biraz daha toplandı, geldiklerinde 11 saat gibi çalışıyorlardı. Şimdi 10, 10,5 saate düştü. 3-4 yılda 1 saatlik iyileşme oldu ancak ücretler değişmedi. Krizle beraber ücretlerin düzelme şansı da yok ama yaptığı işin niteliği değişmeye başladı.

Olumlu şeyler de oldu: Ortadoğu kültürü içinde maalesef kadının bir değeri yok. Bu her ne kadar daha seküler olarak gözüken Suriye için de geçerli. Türkiye’de genç Suriyeli kızların evlilikleri azalmaya başladı. Kadınların da dönüş eğilimleri erkeklere göre çok daha az. Onlar hiç bir şekilde Suriye’ye dönmek istemiyor. Bu da Türkiye’nin bütün bu ağır aksak gidişine rağmen aradaki; uygarlık, kadına bakış açısı ve medeni hukuk farkını da ortaya koyuyor.

REFAH MİLLİYETÇİLİĞİ

• Ülkedeki sığınmacı karşıtı grubun temel motoivasyonu ne? Buna dair neler söylersiniz?

Türkiye’de batıdakinden daha farklı bir şekilde göçmen karşıtlığı artarak devam edecek. Özellikle orta sınıflardan reaksiyon gelecek. Türkiye’nin göç politikasındaki reaksiyonu, neticede sadece yoksul vesaire değil, aynı zamanda dini ve ideolojik boyutları olan bir karşılığı bulunuyor. Onun için Türkiye’deki şekillenmesinin de batıyla payı olmayacak. Sağ milliyetçiliği değil, ortada ve belki bir miktar daha modern, yüzü batıya dönük kesimlerin reaksiyonu artacak. Bunu MHP’den bile daha çok CHP üzerinden görmek mümkün. Çünkü MHP de Ortadoğu’ya stratejik bakıyor, AKP de. Bu kapsamda Türkiye’deki şekillenmesini çok orijinal okumamız gerekiyor. Çünkü bu göç/göçmen karşıtlığı, dünya için orijinal bir örnek oluşturacak.

Urfa, Mardin, Adana, Mersin bölgesinde Arapça bağı olan bir kesim var. Bunların uzum erimde evrileceği noktayı da gerek politik arenada gerekse de kendi siyasallaşmaları anlamında öngörmemiz mümkün değil. Dışlanma duyguları artarsa 20-30 yıl sonra bölgesel etnik hareketler başlayabilir. Öncesinde Türkiye içinde Arap milliyetçiliğinin bir potansiyeli yoktu. Ama şu anda mevcut sınırlar içinde 20-30 yılda bir Arap milliyetçiliği olma potansiyeli oluşuyor. Böyle bir milliyetçilik karşısında Türk ve Kürt milliyetçilerinin aldığı pozisyonu düşünün, yani batı gibi olmayacak. Çok özgül boyutları ve durumları var. Neticede Türkiye’de din dışı bir sağcılık pek mümkün gözükmüyor. Bunun karşıtlığı milliyetçi grupları değil, liberal ve sosyal demokratları büyütecek. Bizde etnik milliyetçilik değil, bir refah milliyetçiliği oluşacak. Onun için reaksiyonların çoğu da oralardan gelecek. Reaksiyonlar batıda daha yoksul kesimlerden gelirken, bizde orta sınıftan, daha okumuş/yazmış kesimlerden gelecek. Bu da kırılma yaratacak. O zaman göçmen gruplar da tepki gösterecek, duygusal olarak mesafeli davranış gösterecek. Bu da göçmenlerin daha çok İslamcı gruplarla, tarikatlarla özdeşimini artıracak.

İLK BAŞ MİSAFİRDİLER

• Sizin gözlemlediğiniz kadar sığınmacıların ihtiyaçları neler ve bunlar karşılanıyor mu?

İlk aşamada onların ihtiyacı geçici süre hayatta kalmış olmaktı. Biraz kaygıları olsa da çok da büyük bir kısmının Türkiye’den beklentisi yoktu. Çok da müteşekkirlerdi. Sonuçta çatışma ortamından kaçıp buraya geldiler ve daha rahat ettiler. Çoluk çocuğuyla beraber buraya gelmişlerdi. Ama onlar kalıcılaştıkça talepleri artıyor. En basitinden yerleşik olanlarla aynı şartlarda çalışmaları lazım. Mevcut iş çalışma koşulları vs. açısından aynı şartlarda çalışmaya başladıkları zaman, bizim 1 milyon 300 bin civarında kişiyi SGK’ye kaydetmemiz lazım. Bunun kıdem tazminatları doğacak, uluslararası hukuku doğacak. Şu anda devlet göçmenleri kayıtdışı tutarken, sadece işletmeci kar elde etmiyor. Devlet bunu bilinçli şekilde yapıyor. İnsani olarak idare edelim diye kayıt dışı değiller. En basitinden bir örnek vereyim; bir avukat dedi ki, ‘ben sizin çalıştığınız yerleri biliyorum, dava açacağım, hem özlüklerinizi alırsınız hem de sigortanızı.’ Bunu da kanıtladığını düşünelim. İşletme ne kadar ceza alacak? Geriye dönük ne kadar ödeme yapılacak? SGK ne kadar büyük bir yükün altına girecek? Bu çocuk oyuncağı değil! Bu tür şeyler artacak. Onlar da hak talebinde bulunacak. Onun için özgül yaşıyoruz diyorum ve bu daha çok çarpanlarıyla devam edecek.

TÜRKİYE FATURA ÖDEDİ

• 3,5-4 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Adana’da mülakat gerçekleştiğim çok sayıda kişi, ‘Suriyelileri bir sorun olarak gördüğünü’ söyledi. Sizin araştırmalarınızın da çarpıcı sonuçları var. Acilen atılması gereken adımlar var mı? Konuya dair çözüm olarak neler yapılmalı?

Adana’da Suriyelilerin kalıcılıklarına dair 2016’da ‘fayda getiriyor’ diyenlerin oranı yüzde 2,2 düzeyindeydi. Yani 100 kişiden 2’si, ‘fayda sağlıyor’ demişti. Hem fayda sağlıyor hem de zarar veriyor diyenler ise yüzde 42’ydi. Bunun toplamı yüzde 44’e tekabül ediyordu. 2018’e baktığımızda ‘faydaları var’ diyenlerin oranı yüzde 1’e düştü. Hem faydaları hem zararları var diyenlerde de 4-5 puanlık bir düşüş gerçekleşti. Mesela; ‘bir an önce geri dönmeliler’ diyenler 2016’da yüzde 30 iken, 2014’te daha düşüktü. 2018’de ise yüzde 35’e çıkmış durumda.Türkiye çok büyük bir fatura ödedi. 3,5-4 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Bunun negatiften çözülebilmesi için bütün tarafların oturup bir araya gelip ortak politika belirleyebilmesi lazım. Bu nüfusun düşmanlaşmaması ve yerli nüfusun da onlara karşı düşmanlaşmaması için kurumsal düzeyde bir bakışa ihtiyaç var. Özellikle belediyelerin Suriyelilere yönelik pay aktarımı ne olacak? Gelecek yıldan itibaren Avrupa ve dünyadan bireysel yardımlar da gelmeyecek. Bunlar Türkiye için ciddi rakamlar ve Türkiye bununla baş başa kalacak. Bugüne kadar dünya ve Suriyeliler gözündeki olumlu imaj da kaybolabilir. Hele bundan sonra süreç çok daha yanlış politikalara doğru evrilebilir. Süreç kendi haline bırakılmış durumda. Bu durum, başka bir sorunumuzda olduğu gibi bir durum değil. Bunun kendi haline bırakılma gibi bir şansı yok. Yoksa uzun erimde ciddi sonuçlarla karşılaşabiliriz.

EĞİTİMDE DİL BARİYERİ BİR TÜRLÜ AŞILAMIYOR

• Milli Eğitim Bakanlığı’nın Suriyeli çocukların eğitimine dair yürüttüğü çalışmalar hakkında ne dersiniz? Yeterli mi? Hangi noktadayız?

Ortaokul ve liseye doğru okullaşma oranları çok düşük. Bir milyon 100 bin civarında okul çağındaki bir Suriyeli nüfus var. Bunlarla ilgili hiçbir politikamız yok. Gelecek yıldan itibaren geçici eğitim merkezleri de neredeyse kalmayacak gibi. Bu merkezlerde Arapça görüyorlardı, Arapça aslında bir kazanımdı. Arapça’nın unutulmaması hem insani anlamda, hem kültürel anlamda hem de stratejik anlamda önemli. Hani çok dilli eğitim? Burada farklı bir eğitim modeli gerekiyor; çift öğretmenli olur, çok dilli olur… Ancak biz maalesef potansiyeli de kaybediyoruz. Arapça yazıp okuyabilecekleri aynı zamanda Türkçe yazıp okuyacakları çok dilli bir programa geçmemiz lazım.

***

ADNAN GÜMÜŞ

Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde alan Adnan Gümüş, yüksek lisansı Çukurova Üniversitesi’nde, doktorasını ise Viyana Üniversitesi’nde tamamladı. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitimi Anabilim Dalı’nda çalışan Prof. Dr. Gümüş; sınıf, zümre ve değişme odaklı eğitim, din, milliyetçilik, şiddet, asimilasyon gibi başlıklara yoğunlaştı.