Siyasal ittifaklar çıkarlar doğrultusunda kurulur, tarafların çıkarlarına hizmet ettiği sürece devam eder, çıkarlar çatıştığında ya da örtüşmediğinde de bozulur.

AKP, hükümet olmaktan devlet olmaya, oradan da rejimi değiştirmeye uzanan süreçte, farklı siyasal aktörlerle konjonktüre uygun ittifaklar kurmayı ve bu ittifaklar sayesinde yol haritasını hayata geçirmeyi başarmıştır.

AKP-MHP ittifakı AKP’nin 15 Temmuz Darbe Girişimi ve “çözüm süreci” sonrası yeni müttefik arayışlarının bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. MHP’yi bu ittifaka “evet” dedirten ise hem parti hem de devlet içerisindeki gelişmeler olmuştur.

Bir, AKP Akşener’in genel başkanlık koltuğuna oturmasını MHP kongresini yaptırmayarak engellemiştir, yani Bahçeli koltuğunu AKP’ye borçludur. Ve iki, Kürt sorununda şiddetin yeniden devreye girmesine paralel bir şekilde, MHP devlette ve özellikle güvenlik bürokrasisi içerisinde Cemaatten boşalan yeri doldurmaya talip olmuştur.

Tam da bu nedenlerle Bahçeli, iktidar partisi henüz darbe girişiminin sarsıntısını tam anlamıyla atamamış ve başkanlıktan söz edemez hale gelmişken “fiili durumu hukuki statüye kavuşturma” gerekçesiyle önce referandum, sonra da “evet” çağrısı yapmıştır. Bu da yetmemiş, erken seçim çağrısıyla ve Cumhur İttifakı’yla, fiilen yürürlükte olan rejimin anayasal statüye kavuşma sürecinin tamamlanmasını sağlamıştır.

Bu süreçteki “kazan-kazan ilişkisi” açıktır: MHP, hem barajı geçemeyecek olsa bile Meclis’e girme garantisiyle seçime katılmış hem de devlet içerisindeki etkisini artırmış, AKP ise başkanlık için gereken % 51’lik oyu en kötü ihtimalle ikinci turda garantileyeceğini bilerek seçime girmiştir.

Dolayısıyla son bir haftaya kadar iki tarafın da işine gelen ve dolayısıyla kolay kolay bozulmayacak gibi görünen bir müttefiklik ilişkisi söz konusu olmuştur. Ancak önce “af” ve sonra da “and” tartışmaları ittifaktaki çatlağı görünür hale getirmiş ve nihayetinde taraflar 31 Mart yerel seçimlerine ayrı ayrı katılacaklarını ilan etmişlerdir.

Kuşkusuz Cumhur İttifakı sadece bir seçim ittifakı değildir, ancak seçimlerle inşa edilen bir rejimde seçimlere birlikte girmeyen bir ittifakın ne kadar ittifak olarak kalacağı bir soru işareti olarak karşımızdadır. Eğer yeni pazarlıklarla yeni bir denge düzleminde buluşulmaz da taraflar seçime ayrı ayrı girerlerse, sahiden de ortada bir ittifak kalmayacaktır.

Çünkü Bahçeli’nin çok değil daha birkaç hafta önce “izin vermeyiz” dediği bir şekilde, AKP’nin MHP’yle ittifak yapmadığı için alacağı olumsuz bir sonuç yeni rejimi meşruluğunu sorguya açıp kırılganlaştıracak, bunun akabinde de çok büyük ihtimalle erken seçim konuşulmaya başlanacaktır. Böyle bir durumda iki parti arasındaki gerilimin daha da artması ise kuvvetle muhtemeldir.

Peki ne olmuştur da, uzunca bir süre daha devam edeceği düşünülen bu ittifak, böylesi derin bir krize girmiştir? Yazının başında söylediğimiz üzere, ittifaklar çıkarlar doğrultusunda kuruluyor ve çıkarlar örtüşmeyip çatışmaya başlayınca bozuluyorsa, burada da aynı durum, yani çıkarların örtüşmemesi ve çatışması vardır.

Bu çatışma başlıkları nelerdir peki? Ekonomik kriz ve para arayışı nedeniyle AKP’nin yeniden batıya yakınlaşma eğilimi ilk başlık olarak görülebilir. Antiemperyalist olduğu için değil elbette ama batıyla yakınlaşma sürecinde atılacak kimi adımlarda ayak bağı olabileceği düşüncesinden hareketle AKP, MHP’den kurtulmak istemiş olabilir. Öte yandan MHP’nin yerel seçimlere dair talepleri de -Erdoğan’ın “birinci olduğumuz yerde aday çıkarmamayı tabanıma anlatamam” sözlerinde somutlaştığı üzere- AKP tarafından kabul edilemez bulunmuş olabilir. İttifak halinde girilen 24 Haziran seçimlerinde MHP’ye ciddi oranda oy kaymış olmasını ve MHP’yle yapılacak bir ittifakın muhafazakâr Kürt seçmenin yereldeki oy davranışını etkileyebileceğine dair hesapları da buraya eklemek gerekir.

Peki ya MHP? Bahçeli ve MHP yönetiminin ise hem Batıyla yakınlaşma sürecinde değişecek dengeleri fark ederek hem de giderek derinleşmekte olan krizin AKP’yle birlikte kendilerine fatura edilmemesi ve AKP’den kopacak oyları toplamaya en güçlü adayın kendileri olduğu düşüncesiyle böyle bir yönelime girmiş olma ihtimali yüksektir. Yerel seçimlere dair taleplerinin karşılanmaması da (Adana, Osmaniye, Mersin, Manisa ve İstanbul’daki kimi ilçelerin kendilerine bırakılması) MHP’yi “seçimlerde başarı kazanmama ama AKP yenilgisinin kilit partisi olma” riskini almaya ve buradan bir ikbal devşirmeye yöneltmiş olabilir.

Her durumda bilinmesi gereken ortada danışıklı bir dövüş değil bir yönetememe krizi bulunduğudur. “Ülkeyi koalisyonlardan kurtarıyoruz” diye kurulan rejim dördüncü ayında gayriresmi koalisyondaki çatlak üzerinden krize girmiştir ve dolayısıyla Türkiye iktisadi ve siyasi krizin iç içe geçtiği bir konjonktüre doğru yol almaktadır. Asıl akılda tutulması gereken ise gidişatın sonucunu sadece bu iki parti arasındaki ilişkilerin değil, esas olarak muhalefetin yapacağı doğru hamle ve müdahalelerin belirleyeceğidir.