Bir yerlerde; “Bir ülke/devlet bir savaşta yenildiği için yıkılmaz, onun bir yenilgi sonrası yıkılmasına yol açacak başka köklü nedenler vardır” anlamında bir şeyler okuduğumu anımsıyorum. Bu doğru; toplumların karşı karşıya kaldığı tarihi kırılmalar, anlık bir olayın değil bir sürecin sonucudur.

Şimdi hemen herkes 2019’a, belki de daha erken karşımıza çıkacak seçimlere kilitlendi. AKP ve Erdoğan epeydir tam gaz seçim kampanyası sürdürüyor. MHP ile “yerli ve milli” kucaklaşmanın adı da kondu; Cumhur İttifakı! İttifaka BBP de katılacak.

Cumhurbaşkanı seçimi ile bir kritik eşiği dönecek Türkiye. Ya rejim değişikliği süreci resmi olarak tamamlanacak ya da ona hayır diyenler kazanacak ve ülke bir başka siyasal/toplumsal yolculuğa kapı aralayacak.

Sonuç ne olursa olsun, içine gireceğimiz yeni durumun tek nedeni bir tek seçim olmayacak. Girişteki önermenin de söylediği gibi, bizi o noktaya taşıyan o son seçimden başka pek çok etken var(dı). Geldiğimiz noktaya, o son seçime kadar yaptıklarımızla/yapılanlarla gelmiş olacağız.

Başlıktaki önermeyi tersten okursak, önümüzdeki seçimin sonucu ne olursa olsun, o sonuç hepimizin eşit ve özgür yurttaşlar olarak bir arada yaşadığı bir Türkiye özleminin ve mücadelesinin sonu olmayacak. O yüzden, seçimin olası sonucundan bağımsız olarak, eşit ve özgür yurttaşların laik, demokratik, bağımsız Türkiye’si için yürünecek yolun taşlarını döşemek, seçimi de bunun bir aracı olarak görmek gerek.

Öyle anlaşılıyor ki, başkanlık sistemine ve Erdoğan’a karşı olanlar, geçen sefer yaptıklarını yapmayacak ve birinci turda bir ortak aday yerine herkes kendi adayını çıkaracak. CHP’nin, HDP’nin, İyi Parti ve Saadet’in adayları olacak. İyi ki de öyle olacak!

2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde, bütün CHP’liler son ana kadar adaylarının Eskişehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen olacağını sanırken, adını ilk kez duydukları biri, bugün hâlâ anlayamadıkları bir şekilde ortak adayları oluvermişti.

CHP’nin en tepesi dışında neredeyse tümü “Ekmeleddin vakası”nın vahim bir hata olduğunu kabul ediyor, ancak tepede o tercihin hata olduğu kabul edilmediğinden, bu kez nasıl birini aday göstereceği konusunda CHP’nin kendi tabanında endişeli bir merak var.

Türkiye uzunca bir sürecin sonucunda öyle bir noktaya geldi ki, tarikat ve cemaatler arasındaki videolu güç savaşlarını eski zamanlara ait bir macera filmi gibi izliyoruz. Tarikat yurtlarında, baba evlerinde yaşanan çocuk taciz ve tecavüzlerinin neredeyse sıradanlaşmasına tanık oluyoruz.

Kadınların ne giyip, ne zamana kadar sokağa çıkabileceklerine kendileri dışında birilerinin karar verdiği; kadın ve erkeğin asansöre birlikte binip binemeyeceklerinin tartışıldığı; küçücük çocukların dini marşlarda derse başladığı bir ülke oluyoruz.

Bir arada kardeşçe yaşama zeminini de tahrip eden bir savaşın girdabına çekiliyoruz.

OHAL’le, KHK’lerle demokrasinin asgari şartlarından hızla uzaklaşıyoruz.

Yalnızca asgari ücrete bile iş bulamayanların iş ve aş umuduyla değil, milyonerlerin bile bunalıp terk etmek istedikleri bir ülke olduk. Yurt dışına beyin göçünün araştırılması için Meclis’e araştırma önergesi veren CHP Milletvekili Murat Bakan, son 3 yılda 13.000 milyonerin yurtdışına yerleştiğini, bunlardan 12.000’inin de son 2 yılda ülkeden gittiğini söylüyor.
Bu listeyi uzatmak mümkün… Ancak, yapılması gereken yakınmak değil; iki turlu bir seçimin ilk turunda, bu ülkenin sosyalistlerinin de mutlaka bir aday çıkarıp, nasıl bir Türkiye istediklerini ve oraya nasıl ulaşılabileceğini halka anlatmaları gerek. Bu yapılırken de, aday çıkaracak bütün siyasi özneler, somut ilkelerini ve adayları kazanırsa ne yapacağını toplum önünde ilan etmeye zorlanmalı.

Böylece, hem her koşulda bu ülkede herkesin eşit ve özgür yurttaşlar olarak bir arada yaşaması için çabalayacak insanlar olduğunun ve onların bir başka dünya düşünün altı çizilmiş olacak, hem sürekli sağa kaymasından şikâyet edilen sosyal demokratların dikkati sola çekilecek, hem de ikinci turda kimi değil neyi seçeceğimizi baştan bilebileceğiz.