“Yürütmenin tek muhatabı benim” (1 Ekim) diyen kişi, “Eğer Danıştay işlemlerimi denetleyecekse bırakıp gideyim” (24 Ekim) dedi. Bunun anlamı şu: Yürütme, yargı denetimi dışında kalsın ve Türkiye, tek kişi tercihleri doğrultusunda yönetilsin.

YARGI CB İŞLEMLERİNİ DENETLER?
Oysa Anayasa hükümleri açık: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” (md.125).
“Danıştay, idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve en son derece mahkemesi olarak bakar” (md.155). İdari yargı, Anayasa’da açıkça denetim dışı tutulmamış olan bütün resmi işlemleri denetler.

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) üzerinde, ( OHAL CBK dışında) tam denetim yetkisine sahip (Any., md.150 vd.) Yönetmelikler ve Cumhurbaşkanı kararları, -açıkça denetim yasağı olmadıkça- Danıştay denetimine açık.

GÖREV SUÇU DEĞİL Mİ?
Buna karşın, CB’nin, “Şûra-yı Devlet’ten Danıştay’a” başlıklı sempozyumda (24 Ekim) yaptığı konuşma nasıl anlamlandırılmalı?

♦ Anayasa md. 125 ve md.155’in ihlali.

♦ Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini engelleyemez” (md.138) biçimindeki emredici ve yasaklayıcı kurala aykırı.

♦ CB’nin, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” (md.104) yükümlülüğüne aykırı.

♦ “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” (md.11) kuralına aykırı.

♦ “Yargı yetkisi” (md.9) tekeline aykırı.

♦ “ Hukuk Devleti”(md.2) ilkesine aykırı.

Madde 148’e göre; “Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanını (…), görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar”.

Hükümeti lağvederek yürütmenin tek kişi ile özdeşleşmesi sonucunu doğuran Anayasa değişikliği, partili Cumhurbaşkanlığı ile, partili yasama temsilcilerini CB’nin güdümüne soktu. Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapılanma tarzı ise, CB’yi yargı üstünde “Demokles kılıcı”nı sallayan kişi konumuna getirdi. Bunlar siyasal rejim bakımından, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” söyleminin yanılsamadan ibaret olduğunu teyit etti. Erdoğan ve Bahçeli ikilisinin 27. Dönem yasama döneminin ilk aylarında TBMM’yi işletme (me) tarzı, “sistem yokluğu”nu açıkça sergiledi:

♦ “Yürütme, benim”.

♦ “Yasama’da en büyük grubu bulunan Parti milletvekillerini bizzat belirlediğim için, onlar, ancak benim gönderdiğim veya yeşil ışık yaktığım yasa önerileri ve önergeler lehine oy kullanabilir”. (‘CB partisini desteklemeyen MHP’liyi anında görevden alırım’ diyen Bahçeli).

♦ “Yargı, benim politikalarımı ve hedeflerimi engellememesi veya gölgelememesi kaydı ile karar verebilir”.

YARGISIZ HÜKÜMET
‘İdari yargı ve Danıştay, istediğim zaman ve görüşüme uygun karar vermez ise, uygulamam ve yargıçları tehdit ederim’ tavrı, aslında çevre ve doğa üzerinde kalıcı etkiler bırakacak olan yatırımların (yani yağmacılığın) da önünü açmak anlamına geliyor. Sonuç olarak, jüristokrasi kavramını kullanan kişi, yargı denetimi olmayan bir tek kişi yönetim yanlısı. Yürütme-yasama-yargı bütünü üzerinde tekel kurma iştahı, “Anayasa benim”, yani “devlet benim” sözleriyle özetlenirdi tarihte; henüz monokrasi kavramının kullanılmadığı dönemde. Anayasa’nın değinilen açık hükümlerine rağmen, yargı denetime meydan okuma ve yargıçları tehdit, 6771 değişikliğinin getirdiği anayasal düzenin sürdürülemez özelliğini bir kez daha ortaya koymuş olsa da, “görev suçu” kavramını tartışma gereğini beraberinde getirmiyor mu?