“Cumhuriyet” tek başına laikliğin ve aydınlanmanın garantisi olabilir mi? Elbette ki hayır. Örneğin İran bir cumhuriyettir ama esas olarak bir din devletidir. Aynı şekilde “cumhuriyet” tek başına demokrasinin ve hak ve özgürlüklerin de garantisi değildir, örneğin Afrika’da adı “cumhuriyet” olan ama diktatörler tarafından yönetilen çok sayıda ülke vardır.

“Cumhuriyet” otomatik olarak eşitlikçi bir toplum düzeni anlamına mı gelir peki? Şüphesiz ki hayır, kapitalist ülkelerin ezici çoğunluğu birer “cumhuriyet”tir ama kapitalizm doğası gereği eşitsizlik üzerine kurulmuştur.

O halde “cumhuriyet” kavramının sadece hanedan yönetimini ve iktidarın babadan oğula geçişini engellemeyi garanti altına aldığı söylenebilir; gerisi siyasal mücadelelerle, siyasal aktörlerin cumhuriyetin içini nasıl dolduracağıyla, eşitlik fikrini, halk egemenliğini, laikliği, aydınlanmayı cumhuriyetle nasıl ilişkilendireceğiyle, yani “hangi cumhuriyet” üzerine verilecek kavgayla ilgilidir.

Cumhuriyet, Türkiye için elbette ki tarihsel olarak ileri bir adımdır. Egemenliğin Osmanoğulları hanedanından alınması, gökyüzünden yeryüzüne indirilmesi, yani “tanrı”nın yerini “ulus”a, “tebaa”nın yerini “yurttaş”a, “şeriat hukuku”nun yerini “seküler hukuk”a bırakması, laiklik ve aydınlanma, kadın erkek eşitliği, medeni kanun vs. bunların hepsi Cumhuriyet’in kazanımlarıdır ve bunların korunması, bunların gerisine düşülmemesi bir kırmızıçizgi olarak belirlenmelidir.

Öte yandan buraya bir kırmızıçizgi çekilmesi, Cumhuriyet’in kayıtsız şartsız savunusu anlamına gelir mi? Cumhuriyet’in eksikleri, yanlışları, zaafları yok mudur? Kırmızıçizgiyi buraya çektik diye, 1930’ları bir “altın çağ” olarak görüp oraya dönmeyi istemek üzerine ilerici, devrimci bir siyaset inşa edilebilir mi?

Bu sorunun yanıtının “hayır” olduğu bizim açımızdan çok açık ve nettir. Cumhuriyet’in kazanımlarının gerisine düşmemek, o kazanımları savunmak elbette ki önemlidir; ancak öte yandan sadece buraya kurulmuş bir savunma hattının bizi götüreceği bir yer yoktur. Önemli olan bugün “cumhuriyet” kavramını başka hangi kavramlarla ilişkilendireceğimiz ve Cumhuriyet’in içini nasıl dolduracağımızla ilgilidir.

Bu ise bir yandan “cumhuriyet” kavramıyla, eşitlik, özgürlük, yurttaşlık, laiklik kavramları arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı üzerine düşünmek anlamına gelirken, öte yandan Cumhuriyet’i bugünkünden daha ileri, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal düzenle, yani sosyalist bir düzenle bir araya getirmek, yani “sosyalist cumhuriyet” için mücadele etmek anlamına gelir.

Bugün, istenildiği kadar duygusal tepkiler verilsin, bildiğimiz anlamıyla Cumhuriyet’in sonuna gelinmiş, yeni bir rejim kurulmuştur. Bugün ortada kutlanacak bir Cumhuriyet yoktur. Bunu söylemek “Cumhuriyet fikrine, Cumhuriyet ideallerine sahip çıkmayın, evinizde oturun, kutlama yapmayın” demek değildir. Bunu söylemek, “yeni bir kurucu iradeyi dillendirmenden, Cumhuriyet’i yeniden kurma idealine sahip olmadan, Cumhuriyet’i daha ileri bir toplumsal düzenle birleştirme mücadelesine girmeden Cumhuriyetçi olamazsınız, Cumhuriyet’i savunamazsınız” demektir.

“Bugün esas mücadele Cumhuriyet’i savunanlarla Cumhuriyet karşıtları arasındadır, dolayısıyla sağ sol fark etmeksizin bütün Cumhuriyet güçlerinin bir araya gelmesi gerekir” şeklindeki bakış açısı ise ilk bakışta doğru ve çekici görünmekle birlikte, geldiğimiz noktada bütünüyle yanlıştır. Bugünün Türkiye’sinde verilecek mücadele basitçe tek adamlığa, ya da Saray’a karşı mücadeleye indirgenemez.

Cumhuriyet’i yıkıma götüren, sol düşmanlığıyla İslamcılara açılan kapılar olmuştur. Cumhuriyet’i yıkıma götüren, Türkiye yönetici sınıfının gericilikle kurduğu işbirliğidir. Cumhuriyet’i yıkıma götüren, bizzat Türkiye’nin sermaye düzeni ve sermaye sınıfıdır. Sermaye düzeni ve sınıfı Cumhuriyet’i bir yük olarak görmüş ve sırtından atmayı tercih etmiştir. Türkiye’de gericilik ve sermaye düzeni bir bütündür, ayrıştırılamaz.

Dolayısıyla Cumhuriyet’i yeniden inşa etme fikriyle, eşitlikçi bir toplumsal düzen kurma fikri artık hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumdadır. Ulusal gün ve bayramlarda içli reklamlar çektiren banka ve holdinglerle, dinselleşmeye kapıları açan sağ siyasetle, “önce Cumhuriyet’i kurtaralım, sosyalizme falan sonra bakarız” diyen idare-i maslahatçılıkla varılabilecek bir yer yoktur. Cumhuriyet savunusunun hızla radikalleşmesi, hızla daha ileri bir toplumsal düzen talebiyle birleşmesi gerekmektedir.

Şüphesiz buna “hayalperestlik” diyenler olacaktır, ancak bugünün Türkiye’sinde sosyalist, laik, aydınlanmacı bir cumhuriyet fikrini savunmak, sağ siyasetle, sermayeyle, 30’lar nostaljisiyle cumhuriyetçilik yapma arayışından çok daha gerçekçidir, asıl gerçekçi olan budur.