Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

“Yaşıttaş” ne demek Şükran Soner?

“… yaşıttaşının kendileri ile ilgili değerlendirme yaptığı sözcüklerinin anlamını bana daha bir çarpıcı anlattı gibi geliyor…” (Şükran Soner, “İnce Çizgi…”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2015)

Başı sonu belli olmayan bu tümcenin tümünü aktarsaydım, kafanız daha çok karışacaktı! Şükran Soner; uzun, karmaşık ve anlaşılmaz tümceler kurmakta hayli beceri sahibi! Soyadı “Ketenci” iken tanımıştım onu. Kırk yıldır Cumhuriyet’te kalem oynatıyor ama yazarlık kumaşı yok! Öyle savruk, öyle dağınık, öyle özensiz yazıyor ki, bazen, “Bu gazetede düzeltmen ve editör yok mu?” diye bağırasım geliyor! Arada, “Belki düzeltmiştir kendisini” umuduyla şöyle bir göz atmak istiyorum yazılarına ama daha ilk tümcede hevesim kaçıyor, bırakıyorum! 

Girişte alıntı yaptığım yazısı da evlere şenlik! Her tümcesi dökülüyor! Ama Türkçeye kıymakla kalmamış, bir de “yaşıttaş” diye bir sözcük armağan etmiş dilimize! “Adaş”, “kenttaş”, “yurttaş”, “dindaş”, “soydaş”, hatta “kuşaktaş”ı bilirdik de “yaşıttaş”tan haberimiz yoktu. Şükran Soner sayesinde onu da öğrendik! Ama yanlış öğrendik! Çünkü “-taş, -daş” eki, ulandığı sözcüklere eşitlik, özdeşlik anlamı katar. “Yurttaş” deyince, aynı ülkenin uyruğundaki insanları anlarız. “Kenttaş” ise aynı kentte yaşayanlar anlamına gelir. “Yaş”tan türemiş “yaşıt” sözcüğü de benzer bir işlev görür. Yani “yaşıt” demek, “yaşları birbirine eşit olan, aynı yaşta olan” demektir. Böyle olunca, “yaşıt”a bir de “-taş” yapım eki ekleyerek ikinci kez eşitlemek, Türk dilinde yeri olmayan bir sözcük türetme biçimidir. Ama Şükran Soner arkadaşımız bunu da başarmış, kutlarız!

BU NASIL SÖZ ÇETİNKAYA?

Hikmet Çetinkaya da uzunca bir süredir ilgimi çekmeyen yazılar yazıyor. Hep aynı şeyleri yineliyor. Onu okuyanlar, çoktan “Kaz Dağları uzmanı” olmuştur herhalde! Cumhuriyet’te köşe yazısı yazmak bu denli kolay olmamalı diye düşünüyorum…

Hikmet Çetinkaya, geçenlerde trajik bir biçimde yaşamına son veren genç ve başarılı meslektaşımız Barkın Şık için birkaç satır yazdı (6 Şubat 2015). “Hayat ve Ölüm!” başlıklı o yazıdan bir bölüm aktarıyorum:

“Ankara muhabirlerinden, dürüst, çalışkan, duygulu, yurtsever bir arkadaşımızın ölüm haberini çarşamba günü akşamüzeri aldık.

Barkın Şık...

37 yaşında yaşama veda etti...

Cumhuriyet’in Ankara ‘savunma’ muhabiriydi, pek çok özel habere imza atmıştı.

Babası merhum emekli Albay Zeki Şık’ın oğluydu...

Zeki Şık benim gençlik arkadaşımdı...”

Siz şu tümceden ne anladınız:

-“Babası merhum emekli Albay Zeki Şık’ın oğluydu…”

Babası” derken, Barkın Şık’ın babasını mı, “…merhum emekli Albay Zeki Şık’ın” babasını mı kastediyor Çetinkaya?

Sonraki tümcede “Zeki Şık benim gençlik arkadaşımdı” dediğine göre, Barkın’ın babasından söz ediyor.

Öyleyse, “Babası” sözcüğünün bu tümcede ne işi var?                                                                               

Babası, merhum emekli Albay Zeki Şık’tı” dese, haydi neyse…

Cumhuriyet gibi köklü bir gazetede böylesi dil ve anlatım yanlışlarıyla karşılaşmak gerçekten çok üzücü…

KISA DEĞİNMELER...

-“Polis ekiplerinin yaptığı incelemede, olay yerinde 15 boş kovan bulunurken, 8 kovanın kadının bulunduğu araca isabet ettiği öğrenildi.” (“Karakol önünde katliam”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2014)

Mermi çekirdeği” ile “kovan” aynı şey değil. Tıpkı “ceset” ile “cenaze”nin özdeş olmaması gibi. Aralarında anlam ayrımları var sözcüklerin. Ne yazık ki bu iki yanlışı da zaman zaman yapıyor Cumhuriyet muhabirleri.

-“Ünlü sanatçı Sezen Aksu, bir otelin açılışı için Adana’da sahne aldı.” (6 Eylül 2014 günlü Cumhuriyet gazetesinin arka sayfasındaki “Her dilde sevelim” başlıklı magazin haberinden.)

Bu haberi okurken, aklıma ilk gelen soru şu oldu: Sezen Aksu, Adana’daki sahneyi kaça aldı acaba?! (Bu söyleyiş biçimi Türkçe değil; “banyo almak”, “kahvaltı almak” gibi İngilizceden çeviri! Sahneye çıkmak varken neden “sahne alınıyor”, anlamak güç! Snopluk olsun diye Türkçeye kıymayalım!)

-“Yutkunmak için her duraksadığında, ‘Yazın, lütfen bunları yazın’ diyor.” (Zeynep Oral, “Bir Anne Anlatıyor…”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2014)

Duraksamak”, tereddüt etmek demektir. Burada doğru sözcük “duraklama” olmalı diye düşünüyorum sevgili Zeynep

Türkçenin doğru ve güzel kullanıldığı günler diliyorum herkese.