Yarın Cumhuriyet Bayramı; milyonlarca insan bildikleri, inandıkları cumhuriyete bağlılıklarını göstermek için sokaklara, meydanlara çıkacak. Ancak bugün sahici manada bir cumhuriyet rejimi içinde yaşadığımızı söylemek oldukça zor. İktidar bloku, İslamcı-otoriter yeni devlet ve ulus inşası projesine giriştiği günden bu yana çağdaş cumhuriyet fikri ve ilkeleri ciddi ölçüde erozyona uğradı. Öyle bir hale geldik ki Nevşehir valiliği “kamu düzeni” için cumhuriyet yürüyüşünü yasaklayabiliyor, Başkent’te bayram günü programına 15 Temmuz anması dahil edilebiliyor.

Cumhuriyetin en önemli hedeflerinden biri kamunun menfaati üstünde hiçbir çıkarın meşru kabul edilmeyeceği bir düzen inşa etmekti. Yüzyıllarca hanedan ve etrafında kümelenenlerin ayrıcalığı nedeniyle acı çekmiş, yokluk görmüş bir halkı eşit yurttaşlık etrafında toparlamak, harekete geçirmek cumhuriyeti kuran kadroların önceliğiydi. Yurttaşlık bilincinin oluşturulması daha çok okur-yazar toplumsal katmanlarla sınırlı kalsa da halkın önemli bir bölümü hanedan zihniyetinin tarihe karışmasından memnundu. Çok partili hayata geçtikten sonra demokrasi defalarca kesintiye uğradı ama kimse hanedan düzenini yeniden kurmaya cüret edemedi.

Parlamenter demokrasi tecrübesi şaibeli bir referandumla rafa kalkınca hanedan zihniyeti memleketin üzerine yeniden çöreklendi. Bugün Saray’ın çıkarını toplumun tümünün yararı üzerinde gören ucube bir yönetim biçimiyle yönetilmekteyiz. Her geçen gün ülkenin kaynakları Saray’a daha fazla transfer ediliyor. Mesele sadece astronomik CB maaşı ya da aileye bağlı şirket, vakıf ve dernekler değil Beştepe’de kurulan yeni bürokrasi Türkiye’nin sırtında bir kambur. Yıllarca “bürokratik vesayetten” şikâyet edenler bürokrasinin en açgözlü, en liyakatsiz halini inşa etti. Saray bürokrasisi devlet içinde devlet; hem diğer bürokratik mekanizmalara hem de halka tepeden bakıyor. Cumhurbaşkanlığı ofislerine 2020’de yapılması kararlaştırılan 330 milyonluk hazine yardımı bize ne denli doymak bilmez bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu kanıtlıyor. Gelecek yıl sırf Finans Ofisi’ne aktarılacak ödenek 5 katına çıkacak, o ofis de parayı “faizsiz finans” konusunda araştırmaya yapmaya harcayacak. Yani vergilerimizle bize İslamcılığın tezlerini pompalayacaklar.

Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyeti ileri taşımak isteyenlerin, eşit yurttaşlığın ancak laiklik ilkesini sahip çıkmakla gerçekleşebileceğini düşünmeleri boşuna değilmiş. Bugün anayasada yazmasının dışında laikliğin esamesi okunmuyor. İl milli eğitim müdürlüklerinin müftülüklerle işbirliği yaparak okullara ara tatiller için umre programı gönderdiği bir ülkeye dönüştük. Dinci vakıflar MEB’in gözetiminde okulları kuşatmaya devam ediyor. İslamcı yazarlar toplum kendi içinde şeriat kurallarına uygun yaşayabilir diye fetva veriyor. Kamusal yaşamı dine göre tanzim etmek için her yolu deneyen iktidarın 29 Ekim kutlamalarına da el attığı iddiası bu nedenle sürpriz değil. Dışişleri şayet yurtdışı temsilciliklerine Suriye’deki harekâtı gerekçe göstererek 29 Ekim resepsiyonunda içki vermeyin yazısı gönderdiyse Türkiye’nin, muhatapları tarafından laik bir ülke olarak muamele görmesi imkânsız hale gelmiş demektir.

Biz bugünlere demokrasi ile cumhuriyeti birbirinin karşısında konumlayan liberal tezlerin eşliğinde geldik. Cumhuriyetin kurucu ilkelerini demokrasi için engel görenler daha “özgürlükçüsünü” inşa edeceğini düşündükleri siyasi kadroların memlekette özgürlük namına bir şey bırakmadığını tecrübe etti. Ama hâlâ aynı kökten gelen Gül-Babacan ve Davutoğlu’ndan medet umuyorlar. Kendine cumhuriyetçi diyenlerin bir kısmı ise ulusalcılık ile yurtseverliği inatla birbirine karıştırdığından her fırsatta AKP-MHP blokuna eklemlenmekten kurtulamıyor. Laiklik ve kamuculuk konusunda ilkeli durmadan cumhuriyetçi olunamayacağını idrak edemiyorlar. O nedenle şovenizmin ana rahminde büyütülen komplo teorilerine teslim oluyorlar.

Saray rejimi devam ettiği müddetçe hak ettiğimiz cumhuriyete kavuşamayacağımız kesin. 2023 Türkiye’si diyenler, Trump’ın mektubunda açığa çıkan kibri sineye çekip ülkeyi kendi bekası için emperyalist odakların pazarlıklarına malzeme ediyor; bin bir emekle kurtarılan taşını toprağını uluslararası sermayeye peşkeş çekiyor. Hal böyle iken cumhuriyeti savunmanın ön şartının hanedan zihniyeti ve İslamcı ideolojiyle mücadele etmek olduğunu düşünenler cumhuriyetin 96. yılında hâlâ kendilerine adres arıyor.

100. yılına yaklaşırken bir o yana bir bu yana savrulan düzen muhalefetinin cumhuriyete devrimci bir ivme kazandırması olası değil. Cumhuriyete numara vermek isteyenlerin inandırıcılığının bittiği, cumhuriyetçi-Kemalist geçinip AKP-MHP’nin yanında saf tutanların foyasının ortaya çıktığı bir dönemde cumhuriyeti halk iktidarı fikriyle birleştirmek için uygun bir zemin var. O zemin içinden bir sol seçenek çıkarmaktan başka çare de yok.