Erdoğan “Türkiye Yüzyılı” adını verdikleri “vizyon belgesini” açıkladığı salonda aslında seçim startını vermiş oldu. Salonun tüm şaşaasına, görsel yığınağa, hazırlanan videolara, muhalif gazetecileri davet eden pi-ar faaliyetlerine rağmen kamuoyunda beklenti yüksek değildi. Erdoğan da bu zamana kadar söylediğinden farklı bir şey söylemedi. "O zaman bu tantana neden organize edildi?" diye sorabilirsiniz. Amaç önce AKP içini sonra da Cumhur İttifakı’nı konsolide etmekti. "AKP’den başka milletvekilleri de istifa edebilir" söylentisinin kulislerde bir türlü sona ermediği, MHP’lilerle AKP’lilerin yer yer itiştiği, BBP’nin kendisine verilenle memnun olmadığı ortadayken, böylesine bir gövde gösterisine Erdoğan’ın ihtiyacı vardı. Nitekim eski bakanların neredeyse tam kadro salonda olması, Erdoğan’ın kürsüde Bahçeli ve Destici ile fotoğraf vermesi “Cumhur İttifakı’nda her şey yolunda” izlenimi vermek için tasarlanmıştı.

***

Erdoğan’ın, “metal yorgunluğu” devam eden parti örgütüne ve heyecanı azalmış ittifak ortaklarına sunacağı yeni bir politik hat, yeni hedefler ve yeni vaatler gerekliydi. Ancak Erdoğan “Karşımda şu an Kızıl Elma’yı görüyorum, öbür tarafta Gökbey’i görüyorum” diyerek hamasi bir güzellemeyle yetindi. Ötesi zaten mümkün değildi. Zira İslamcı siyaset “doğal sınırlarına” dayandı; en gerici unsurlara verilen tavizler ve MHP-BBP ortaklığı neticesinde, Necip Fazılcılık ile Fesli Kadircilik arasında bir yerde sıkıştı kaldı. Bu yüzden AKP sözcüleri dönüp dönüp İslamcılığın en vasat argümanlarını sıralamanın ötesine geçemiyorlar.

***

Erdoğan, kürsüde ‘yeni anayasa’ vaadini tekrarladı, "Darbe anayasasından kurtulacağız" dedi; lakin aklından yeni anayasadan çok yakında Meclis’e getirecekleri türban düzenlemesinin muhalefeti zor durumda bırakıp bırakmayacağı sorusu geçiyordu. Kılıçdaroğlu’nun ‘pası’ acaba gol için yeterli olacak mıydı? Referandumu pişirip seçim silahı olarak kullanabilirler miydi? Yoksa 20 yılda zaten onlarca kez AKP marifetiyle değiştirilmiş Anayasa kimin umurundaydı? Yıllardır ‘yeni anayasa’ diye diye var olan Anayasa’yı rafa kaldıran bir iktidarın anayasasızlaşmanın lüksünü sürerken demokratik bir anayasa yapabileceğine AKP seçmeni dâhil kimse inanmıyor ki.

***

İdeolojik-politik hedefler cılız ve kavruk, o zaman bunu yaratacakları yeni rantlar ve dağıtacakları yeni payelerle telafi etmek isteyeceklerini pekâlâ ileri sürülebilirdi. Lakin orada da bildiğimiz “AKP cevvalliği” yok. Belki de bu yüzden, epey zamandır unuttukları Kanal İstanbul’u ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonuna katmak zorunda kalıyorlar. Erdoğan’ın daha önce basına dağıtılmış konuşma metninin dışına Kanal İstanbul bahsinde, muhaliflere çatmak için çıkması tesadüf olmasa gerek. İktidar, Kanal İstanbul’un tıpkı yeni anayasa vaadi gibi kadük bir mesele olduğunun farkında. Körfez zenginlerine dağıtılan arazilere, dış finansman için onca kapının çalınmasına rağmen, projede kazmayı vurduk denilen günden bu yana bir arpa boyu yol katedilememiş olması bunun kanıtı. Bütün bu ‘hayal kırıklıklarını’ şimdi TOGG’un şık kaportasıyla kapatma telaşındalar.

***

Erdoğan tüm kesimleri ‘Türkiye Yüzyılı"nı konuşmaya, ‘vizyona’ katkı yapmaya davet etti. AKP Genel Başkanı “Gelin Türkiye Yüzyılı’nda ülkemizdeki özgürlüklerin çevresini, pozitif özgürlük anlayışıyla tekrar çizelim” derken çoktan TTB ve TMMOB’yi ‘terbiye etmek’ için düğmeye basılmıştı. Adalet Bakanı her iki meslek örgütü için ‘hazırlık’ yaptıklarını söyledi. O hazırlığın iktidarın yıllardır susturmak istediği oda ve birlikleri seçim öncesinde hareket edemez hale getirmek için pişirildiği sır değil. Sansür Yasası’ndan keyfi tutuklamalara kadar her adımıyla muhalife sopa gösteren bir iktidar acaba kiminle “vizyon” tartışacak. İstedikleri tartışmak değil kafa sallamak ise onun için ‘çağrıya’ da ihtiyaç yok.

***

Bugünkü iktidarın ve onun eski-yeni destekçilerinin Cumhuriyet’in ikinci yüz yılında yerleri olamaz. Zira geride bırakılan yüz yılın beşte birinde iktidar olmalarına rağmen bu ülkenin potansiyelini heba etmek dışında bir şey yapmadılar. Basın özgürlüğünden yükseköğretime dünya liginde sürekli alt sıralara düşen bir ülkenin insanlarını köprüyle, yolla, SİHA’yla, ‘yerli’ arabayla teskin ederek koca bir dönemi geride bıraktılar. Eğitimde, adalette, sağlıkta, yaşamın tüm alanlarında bu tahribatın izlerini ortadan kaldırmak ve yeni bir başlangıç yapmak için siyasi pazarlıkların, geçici mutabakatların ötesine uzanacak bir politik çabaya ihtiyacımız var. Bu çaba belli ki muhalefetin masalarında kendiliğinden ortaya çıkmayacak. Toplumun tüm demokratik güçlerinin, halk muhalefetinin seçim sürecini böyle bir istikamete yönlendirmesi dışında gerçekçi bir seçenek görünmüyor.