Hayır diye başlayayım söze. Çünkü tarih, mücadele tarihidir. Türkiye’de şeriatçıların cumhuriyet ve demokrasi düşmanlığı yeni değil. İlk Meclis’te padişahlığı, halifeliği savunan İkinci Gurup etkiliydi. Bu etki o yılların jakoben siyaseti nedeniyle varlığını korusa da geri çekilmek zorunda kaldı.

•••

27 Mayıs sonrası ordunun siyasi bir kuruma dönüşmesi, devlet denetiminde laikliğin aklın özgürlüğünü esas almayan tanımıyla yetinilmesi, kazanımların savunulmasını zorlaştırdı. Anayasa’nın demokratik hakları genişletmesi, sol hareketleri güçlendirdi ama bu dönem aynı zamanda tarikatların yeryüzüne çıkma çabalarının da yoğunlaştığı dönem oldu.

•••

Solu yok etmeyi misyon edinen 80 darbesi Türk-İslam sentezinin koruyucusu oldu. 1991’de tarikatları frenleyen ünlü TCK 163. Madde’nin iptali ile yasal engeller kaldırıldı. Erbakan’ın partisi Meclis’e girdi. Koalisyonları zorunlu kılan dengeler, Ecevit’in başbakanlığında ısrarla savunulan “tarihsel uzlaşma” politikası, İslamcı akımların meşruiyet kazanmasının, iktidar ortaklığının yolunu açtı.

•••

Kimliğini AB yandaşlığı ile gizlemeyi başaran AKP’nin öncelikli hedefi, laiklik savunuculuğunu görevinin bir parçası olarak gören bürokrasiyi tasfiye etmek oldu. İkinci adım yargıyı temizlemekti. Bu süreç, devlet içinde, bürokraside, orduda, poliste, yargıda güçlenen, liberallerin eylemli desteğini alan Fethullah Cemaati’nin katkısıyla, ünlü Ergenekon davalarıyla tamamlandı.

•••

Fethullah örgütünün kanlı darbe girişimi sonrası AKP, yakaladığı bu fırsatı solu, akademiyi, siyaseti tasfiye ederek kullandı; artık Cumhuriyet’i sonlandırma aşamasına geldiği kanısındadır. Eğitimde zorunlu din dersi, imam hatipleşme yaygınlaştırılmış, muhalefetin güçsüz çıkışları da bu gelişmeyi kolaylaştırmıştır. Şimdi liberallerin evvel eski hayal ettikleri ve “sona erdiğini” iddia ettikleri Cumhuriyet’in bittiği, bundan böyle “İslam Cumhuriyeti” döneminin başlayacağı, başladığı söylenir oldu.

•••

Yılgınlığı besleyen bu iddianın, Cumhuriyet’in bu kadar kolay alt edilebileceği ya da edilebildiği iddiasının irdelenmesi gerekiyor. Sosyalistler arasında da bu iddiayı içtenlikle tartışanlar ya da tartışmasız kabul edenler var. Oysa mevzileri kolayca terk etmek doğru değildir; örneğin, yargı denetim altına alınmış olsa da, sivil hukuk sistemi, ki ulusal devletin bir tezahürüdür, “mülkiyete dayalıdır burjuva hukukudur” demeyecekseniz, henüz değiştirilemedi; yanlış kurgulanmış olsa da laiklik direniyor; en önemlisi Türkiye’nin bir İslam cumhuriyeti olmasına itiraz edenlerin kitlesel gücü yok edilemedi.

•••

Belki de kimi arkadaşların “cumhuriyet bitti” iddiasını doğru bulması, “yanlışı çoktu, ufku kapalıydı, artık eskidi, savunmak gerekmez” türünden değerlendirmelere dayanıyordur. Ama tarihi yapanların hangi koşullarda mücadele ettiklerini, sınıfsal konumlarını, hangi koşullarda tarih yaptıklarını bilmek gerektiğini anlatan yöntemsel uyarının gerçekçi, bu nedenle devrimci olduğu, geleceğe ışık tuttuğu unutulmamalı.

•••

Yavaşça ısınan sudaki kurbağaya benzemek istemiyorsak, su kaynamadan kazanı, parlak görünebilir ama “haydi sıfırdan başlayalım” bakış açısını terk etmekte yarar var. Demokratik Cumhuriyeti savunanlar Meclis’i dışarıda da işlevli hale getirebilirler; laikliği savunmanın cumhuriyeti savunmak anlamı taşıdığını gösterebilirler. Sosyalist cumhuriyet, kazanımlar cumhuriyet düşmanlarına “alın sizin olsun” diye terk ederek kurulamaz.

Cumhuriyet öldü mü? “Hayır” diye bağlayayım öyleyse ben de yazıyı...