Adalet Akademisi kurulmadan önce Hâkim ve Cumhuriyet savcılık stajı Adalet Bakanlığına bağlı Eğitim Merkezinde verilirdi. İki yıllık staj sonunda mesleğe hâkim olarak mı, Cumhuriyet savcısı olarak mı başlayacağınız ve ilk görev yeri kura ile belirlenirdi. İlk andan itibaren Cumhuriyet savcısı olmak istemiştim. Çektiğim kura kağıdında “Cumhuriyet savcısı” kısmını okuyunca ilk görev yerimin neresi olduğuna bakmamıştım bile. İşte bu staj sırasında mevzuat bilgisi yanında meslek kültürüne ve kurallarına dair de dersler ve seminerler olurdu. Bunlardan birisine uzun yıllar Cumhuriyet savcılığı yapmış bir Yargıtay Üyesi katılmıştı. Üstadımız birkaç yıl önce hukuk fakültesini bitirmiş çoğu taşradan gelmiş ve kısa süre sonra halk deyimiyle “Peygamber Postuna” oturacak gençlere karşılaşmaları muhtemel sorunları, kimlerle oturup kalkılacağını, kimlerden uzak durulacağını, hatta nerelerde yemek yenilip nerelerde yenilmeyeceğini anlatıyordu. Bangalore İlkeleri gibi, yargı etiği kurallarının ya kodifiye edilmediği ya da hukukumuza girmediği dönemlerdi. Kuşkusuz anlatanın kişisel deneyimlerine dayalı ama zaman içerisinde bir meslek pratiğine dönüşmüş şeyler; taraflarla yakınlık görüntüsü verilmemeli, giyime kuşama dikkat edilmeli, salaş yerlere gidilmemeli gibi şeyler.

1992-1994 yılları. Siyaset ve medya dünyası yolsuzluk iddiaları ile sarsılıyor. Herkes elinde dosya olduğunu söylüyor. Bir yandan siyasi cinayetler ve ağırlığı Güneydoğu’dan olmak üzere işkence ve hak ihlali iddiaları… Üstadımız “soru sormak isteyen var mı?” deyince el kaldırdım ve şu soruyu sordum:

“Gündemde Cumhuriyet savcılarının kendiliğinden harekete geçmeleri gereken bu kadar ciddi iddia varken Cumhuriyet savcılarını bundan alıkoyan nedir?”

Üstadımız sandalyeler arasındaki koridorda aşağı yukarı birkaç kez yürüdü. Sonra pencereye gidip bir dakika kadar dışarıyı seyretti ve cevabını verdi:

“Başka sorusu olan var mı?”

Bu olayı yargı üzerine sohbetlerde defalarca anlatmış ya da yazmışımdır.

Bu uzun girişi yapmama neden olan ceza yargılaması hukukumuzdaki “Kovuşturma Mecburiyeti İlkesi”. Bu ilkeye göre “Cumhuriyet savcısı, suç işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere işin gerçeğini araştırmaya başlar (CMK.m.160/1)”. Ceza adalet sistemini harekete geçiren ilk adım olduğu için belki de en önemli maddesi. Cumhuriyet savcısını diğer görevlilerden ayırt eden “kimsesizlerin kimsesi” yapanda bu madde ve bu ilke.

Şimdi son günlerden birkaç olay seçelim;

Uşşaki tarikatı lideri Fatih Nurullah’ın “Vakti saati var her şeyin. Devletin kontrol mekanizmalarında olalım” dediği bir konuşması ortaya çıktı. Ardından aynı tarikattan birisi “Yazıklar olsun. O kadar oy verdik. Polis yapcaz bekçi yapcaz dindar adam lazım dediniz 100lerce gönderdik. Bu muydu karşılığı??” diye tweet attı. 15 Temmuz travmasını ve öncesindeki kamuda hukuk dışı kadrolaşmayı bu kadar yakıcı yaşamamışız gibi, yargımız bu konularda harekete geçmedi. Devletin kontrol mekanizmasındakiler kimlerdir? Tarikatın gönderdiği yüzlerce polis bekçi kimler tarafından kamuya yerleştirilmiştir? Suç oluşturan bu iddiaların “etkin” bir şekilde peşine düşülmedi.

Kendisi de hukuk dışı oluşumların içerisinde olan bir tarikat hocası “"Türkiye'de 2 bin civarı selefi yanlısı derneğin silahlandığını" iddia etti. Bu iddia günlerce çarşaf çarşaf yayınlandıktan sonra, iddia sahibi “bi zahmet” ifadeye davet edildi.

Ama hepimizin kanın donması gereken bir olay daha oldu: Van’da gözaltına alınan iki köylünün helikopterden aşağıya atıldığı “iddia” edildi. Hatta iddiayı aşacak şekilde sağlık raporları ortaya çıktı. Biz gene kimsesizlerin kimsesi olan olması gereken Cumhuriyet savcılarımızı göremedik. Sıradan bir şehir magandası şiddeti kadar ilgi görmedi üzerine gidilmedi.

Yargı tüm bu olaylarda iktidara göre konumlandı. “Eski Türkiye’de” en azından görünürde dikkat edilen tarafsızlık şimdi nerede ise enayilik sayılıyor.

Kuşkusuz Cumhuriyet savcıları her şeyi çözemez ve çözümün asıl adresi politik. Ama yasal olarak yapmak zorunda olduklarını bile yapmayarak altında hepimizin kalacağı bir çöküşe ve çözülüşe zemin hazırlıyorlar.

Yıllarca Cumhuriyet savcısı unvanını taşımış eski bir meslektaşları olarak uyarı yerine geçmek üzere…