Cumhuriyet’te bir oda...

1969’un son aylarında Cumhuriyet’in düzeltme servisinde gazeteciliğe başladım.

Benden önce Doğan Hızlan ve bir gecede macera romanları yazan Nebil Fazıl Aksan düzeltme servisinde çalışmışlar, onlar ayrılınca Ertuğ Karakullukçu ile Yaşar Kemal’in yeğeni Zeki Yücel işe alınmışlar.

Altı kişilik servisin öteki çalışanları Mustafa Baydar, Adnan Özyalçıner, Kemal Özer ve Konur Ertop...

Dördü de Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okudukları için “eski yazı”yı biliyor, çünkü o yıllarda şeyhülmuharririn Burhan Felek, yazılarını “eski yazı” ile yazmakta...

Ertuğ ve Zeki askere gidince, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuduğumdan “eski yazı”yı bildiğim için Cumhuriyet’e girişimde bu, önemli bir referans olacaktı.

Düzeltme servisi, yazı işlerinden uzak, mürettiphanenin alt ucunda bir küçük oda…

Odada üzeri muşamba kaplı iki masa ve dört sandalye...

Bir konuk ziyarete ya da mürettiphaneden biri bir şey sormaya gelse pencere altından geçen kalorifer borusu üzerine oturuyor, fakat mesela Haldun Taner gibi önemli bir yazar yazısını kontrol için uğrarsa sandalyelerden biri ona takdim ediliyor.

Kapıdan girişte odanın sağ tarafı tuvalet, solunda ise derisi kemiklerine yapıştığı için “Gandi” adıyla maruf arkadaşın sayfa kalıbı alınırken kullanılan keçeleri kuruttuğu bir düzenek bulunmakta...

Oda, dizilen yazılar düzeltme servisine çabuk gitsin gelsin diye mürettiphaneye yakın bir yerde, ama asıl neden hemen hepsi de edebiyatla ilgilenen düzeltmenlerin yazı işlerinden, dolayısı ile “gazeteci”lerden uzak durma kaygısı...

Çünkü gazetecilerin edebiyatçıları pek sevmedikleri bilinmekte...

Mesela ben, iş başvurusunda bulunurken edebiyat ile ilgilenmediğimi belirtecektim özellikle...

Fakat edebiyat yine de bu odada soluk alıp veriyordu.

Belki de bu yüzden Mustafa Baydar, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Konur Ertop gibi ben de “basın” mesleğinden emekli olmama rağmen, “gazeteci” kimliğimiz değil de hep şair ve yazar kimliğimiz öne çıktı.

Belki de bu yüzden gazete sahiplerinin, genel yayın müdürlerinin köşk ya da yalılarının adreslerini öğrenemedik, özel sohbetlerinde özellikle bulunmak istemedik.

Belki de bu yüzden Cumhuriyet’te, üstelik birinci sayfada çıkan ilk röportajlarımdan biri bir edebiyatçı, öykücü ve romancı Muzaffer Buyrukçu ile idi.

10 Haziran 1970’de Buyrukçu’nun “Bir Olayın Başlangıcı” başlıklı ilk romanının Cumhuriyet’te tefrika edilmesi üzerine yaptığım bu röportajdan kısa bir süre sonra Türkiye 12 Mart Darbesi’ni yaşayacak ve ben kadro fazlalığı nedeniyle 07.09.1971’de Umum Müdür Nuri Türen ile Muhasebe Müdürü Şahabettin Aktarı’nın imzasıyla Cumhuriyet’ten uzaklaştırılacaktım, 01.10.1972 ise Leyla Uşaklıgil’in imzasıyla yeniden işe başlamam, 02 Ocak 1992’de emekliliğime kadar uzanan sürenin başlangıcı olacaktı.

12 Eylül de 12 Mart gibi Cumhuriyet’te bir sarsıntıya neden oldu.

Ben askere gittim geldim.

Birçok arkadaş emekli olmuş; gazete, entertip dizgiden bilgisayar düzenine geçmişti.

Bir süre sonra da düzeltme servisine şef oldum.

Bu sıralarda Nadir Nadi, “Dostum Mozart” kitabını yazmış...

Gazetenin düzeltme servisi şefi olarak düzeltmeleri benim yapmam istendi.

Nadir Bey, yazılarını bir dosya kâğıdına el yazısı ile yazıyor.

Fakat sayfanın başında kâğıdı boydan boya kaplayan cümle, sayfa sonunda neredeyse tek bir sözcüğe düşüyor.

Nadir Bey’in el yazısıyla kaleme aldığı kitabın aslı kaybolmasın diye fotokopi çekmişler.

Ama fotokopide son satırlar çıkmamış...

Aslını sormak için Nadir Beyin odasına girdim, durumu anlattım.

Bir süre yüzüme baktı, sonra da “Sen git” dedi, “at yarışçısı gelsin...”

“At yarışçısı” dediği, telekste (o zaman haberler teleksle gelirdi) çalışan Aykut adında bir arkadaş...

Hemen odadan çıktım, fotokopileri Aykut’un önüne koydum.

“Ben” dedim, “bunca yıldır bu gazetede çalışıyorum, düzeltme servisinin beş yıldır da şefiyim, yaşım kadar da kitap yazmışım... Patron beni değil, seni tanıyor. Artık gerisini halledersin.”
Böylece “Dostum Mozart”ı okumaktan kurtulmuştum.

Geçti mi geçen günler gibi imiş o günler de...

*
Başta yirmi yıldır emek verdiğim “Cumhuriyet” gazetesi ve şiirlerimi yayımladığım “Evrensel Kültür” dergisi olmak üzere basına yapılan, artık baskıdan da öte bu zulmü şiddetle kınıyorum.

Fotoğraf: Yıl 1970; (ayakta) öykücü Muzaffer Buyrukçu, Zeki Yücel, Adnan Özyalçıner, (masada) Mustafa Baydar, (önde) Refik Durbaş…