Bu başlık, “23’e 12 kala 12 soruda HANGİ TÜRKİYE?” kitabımı çağrıştırdı. Cumhuriyet’in 100. yılına 12 yıl kala Türkiye’nin anayasal kurum ve kazanımlarını 12 ana başlık altında sorgulama yöntemi ile eleştirel bakışla ele alan kitap.

Hangi başlıklar? Hak ve özgürlükler, demokrasi, laiklik, Cumhuriyet, ülke, yurttaşlık, devlet, yasama, cumhurbaşkanı, hükûmet, yargı, hukuk ve siyaset.

2011’deki sorgulama yinelense, soru sayısı azalır; çünkü hükûmet yok artık. Bu yazının başlığı için kullanılan üçlüden “eşitlik”, hak ve özgürlükler içinde yer aldığı için orada eksik.

Geçmişe yönelik olarak bugünkü sorumuzu şöyle sorabiliriz: 2011 başında, ‘6 yıl sonra Hükûmet kaldırılacak’ dense, buna kaç kişi inanırdı ya da diğer kurum ve değerlerin içlerinin bu denli boşaltılacağı öngörülebilir miydi?

Olumsuzluklar odağı, bugün “yurttaşlık/eşitlik/laiklik” sacayağında simgeleşiyor. Bu üçlü, Cumhuriyet’in 100. yılında ne ifade edecek? Şunu söyleyemeyiz: bu kavramların içi zaten boşaltıldı olabildiğince; geriye götürülecek pek bir şey kalmadı.

Neden? Yeniden geçmişe dönelim: Hangi Türkiye’nin önsözü, 21.01.2011 tarihli; yani, 12 Eylül Anayasa değişikliği sonrası üçlü balayı dönemi: AKP-Cemaat ve yetmez ama evetçiler.

Bugün ise müttefikler farklılaşmasında ikinci ve üçüncü halkalar yok; hatta denebilir ki, Deva Partisi ve Gelecek Partisi gibi AKP’den kopmalar da var; bu bakımdan, Cumhuriyetçilerin işi daha kolay.

Hiç de öyle değil; daha zor aslında. Çünkü 2011’de Hükûmet vardı ve CB, parti başkanı değildi. Bugün, “devlet+yürütme+parti”, tek kişi hiyerarşisinde eritilmeye çalışılıyor.

Şimdi Cumhuriyet bileşenlerine bakalım:

Yurttaşlık: AKP dönemi sorumluluk makamlarında bulunan kişiler, yurttaş/vatandaş yerine, toplum ve üyelerine, etnik ve/ya inanç kimliklerine göre hitap etmeyi alışkanlık haline getirdi. Oysa yurttaşlık birleştirici, etnik ve inanç vurgulu konuşmalar ayrıştırıcıdır. Tek kişi yönetiminde ise, yurttaş yerine ümmet kavramı öne çıkarılıyor.

Eşitlik: Fırsat ve olanaklar yönünden eşitsizliğin giderek derinleşmesi bir yana, yasa ve anayasa önünde eşitlik ilkesinden de giderek uzaklaşılıyor; üstelik çok yönlü ve katmanlı olarak: Kadın-erkek/işveren-emekçi/partizan-muhalifler/alkışlayan ve diğerleri… Kadın-erkek eşitliğinden duyulan rahatsızlık, İstanbul Sözleşmesi’nin sorgulanmasını beraberinde getirebiliyor; eşit yurttaşlık ise, çoğu siyasetçiyi tedirgin ediyor. İstanbul Sözleşmesi (2011), başlı başına gerileme ölçütü. On yılda nereden nereye?

Laiklik: Olumlu yönüyle laiklik, bütün inançlara saygı duyan devletin, vicdan özgürlüğünü, inanma veya inanmama biçimindeki birey tercihini güvenceleme yükümlülüğüdür. Olumsuz yönü ise, devletin kaçınması gereken işlem ve eylemler olup, “dini siyasete alet etme yasağı” öngören Anayasa hükmünde (md.24/son) somutlaşır. Tam tersine, din ve mezhebi, politikanın merkezine yerleştiren tek kişi yönetimi, “mutlak hakikat” söylemine geçmiş bulunuyor. Dünyevi hukuktan uzaklaştırma iradesi, yasama ve yargı organlarını da her vesile ile etkilemeye çalışıyor. Bu gidişle, B. Russel’ın “Din ve Bilim” ile “Neden Hıristiyan Değilim?” kitapları bile toplatılabilir.

Öte yandan, saydam olmayan örgütlenmeler olarak cemaatleri sürekli kollayan, buna karşılık, yasal ve anayasal temelde kurulan sivil toplum örgütlerini bastıran siyasal irade örtüşmesi açıktır. Yine, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını parçalama iradesi ile kamu yönetiminde liyakat yerine partizanlığa öncelik tanıyan eğilim aynıdır.

Sonuç olarak, 100. yılına üç kala, Cumhuriyet bileşenleri olarak, “yurttaşlık/eşitlik/laiklik” üçlüsünü her zamankinden çok daha uyanık bir biçimde sahiplenme gereği yaşamsaldır.

Bu inanç ve kararlılıkla, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit yurttaşlarının bayramı kutlu olsun!