Bundan tam sekiz yıl önce ABD, tarihinin ilk Afrikalı-Amerikan başkanını seçti. Krizle birlikte büyük bir yıkıma uğramış, elinde avucunda ne varsa finans baronlarına kaptırmış yığınların kırılmış umutlarına sesleniyordu Obama. Tüm dikkatleri ve ilgiyi, kişisel özelliklerinin de etkisiyle üzerinde topladı. Obama’nın Chicago'da 1 milyonu aşkın kişi önünde yaptığı ‘Yes we can/ Evet, yapabiliriz’ konuşmasını kim unutabilir? Kimisi ona 21’inci Yüzyıl’ın Martin Luther’i dedi, kimisi sadece Amerikan halkı için değil dünyada kapitalizmin adaletsiz ve giderek saldırganlaşan düzeninden payını almış tüm geniş kitleler için büyük bir değişimi ifade edeceğini iddia etti. Seçimlerden henüz 1 yıl geçmemişti ki, geçmiş başkanlara göre daha barışçıl, demokratik ve gelirde adaletli olacağı iddia edilen bu yeni başkanın yüzündeki tüm makyaj aktı, Amerika, tarihinin en eşitsiz, toplumsal açıdan en bölünmüş, savaşçı politikalardan sıdkı sıyrılmış, ekonomik açıdan enkaz denilebilecek yıllarını bu sekiz senede yaşadı.

Tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşadı Amerika 2007 sonlarında. 2008 yılına ekonomi ve jeopolitik başarısızlıklarla girdi. İşini, evini, gelecek umudunu kaybetmiş milyonlar bir değişim istiyorlardı. Demokrat Parti bu talebi önceden gördü ve sahneye iki senatörü Hillary Clinton ve Barack Obama’yı çıkardı. Biri ırkçılık diğeri toplumsal cinsiyet konularında değişim taleplerinin dikkatlerini çekti. Nitekim o zamanlarda Hillary Clinton, eşi Clinton dönemindeki aktif rolüyle bilindiği için oy çoğunluğu Obama’da toplandı ve genel seçimlerin galibi de o oldu.

Seçimlerin üzerinden henüz 1 yıl bile geçmemişti, Obama finans sektörünü kurtarma operasyonlarının altına imza attı, milyonların cebinden dev bankalara fon aktardı, Ortadoğu’da ise daha ilk adımda Afganistan sınavında barışta sınıfta kaldı. 2012 yılına kadar vaat ettiklerinin hiçbirini gerçekleştiremeyen Obama, 2012 seçim kampanyasında karşısındaki Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’nin pasif siyasetinden yararlanarak bu seçimi de aldı ve yoluna devam etti.

8 yılda ne mi oldu? 2008’de savaşa karşı hızlı bir barış çıkışı yapan Obama, Bush Jr.’ın aktif savaş politikalarının aktifini çıkardı, dolaylı yollardan aldığı bayrağı taşıdı. Ortadoğu’yu etnik ve mezhepsel temelde parçalayacak grupların oluşumunda ve bu grupların silahlanmasında başı çekti. Bugün tüm dünyaya ölüm saçan IŞİD ‘canavarı’ bu müdahaleler sonucu ortaya çıktı.

Ekonomide ise sağ muhafazakâr bir politika yürütmede Bush Jr’ı aratmadı. Lakin ekonomik karnesi Bush’un da gerisinde kaldı.

Amerikan CNBC’nin hazırladığı bir analize göre dönemi boyunca en kötü büyüme performansı Obama’ya ait. Analizde Obama kendinden önceki altı başkan ile karşılaştırılıyor, sonuçlar ilgi çekici. Dönemini krizle kapatan Bush’un gerisinde kalan Obama, 1973 petrol krizini izleyen yıllarda iktidara gelen ve sadece bir dönem başkanlık yapan Jimmy Carter’la büyümede neredeyse başabaş kalıyor. Obama teslim aldığı ekonomiyi dönemi boyunca toplam yüzde 15 büyüterek teslim etmeye hazırlanırken, örneğin yüzde 35’lik büyüme gözlenen Bill Clinton döneminin yakınından bile geçemiyor. Altını çizmek gerekir ki Bill Clinton 1990’larda kapitalizmin hızlı büyüme-patlama dönemine denk geliyor ve elbette bir bakıma Obama dönemi bu patlama dönemini izleyen süreçlerde oluşan balonların yarattığı enkazı devralmış oluyor. Fakat bu enkazı süpürerek yerine yeni köpükleri oluşturacak benzer zeminleri koyması, Obama’nın buradaki masumiyetini elinden alıyor. Dahası istihdam, ücret ve sosyal politikalarına bakıldığında neoliberal politikaların Obama döneminde saldırganlığını koruduğunu söylemek mümkün. İşgücüne katılım oranı tarihi düşük seviyelerine inerken, işini kaybedenlerin sayısının 1977’den bu yana ki en yüksek noktasına ulaşmış gözüküyor. Gelir eşitsizliği artarken, ücret büyümesi dip noktalara gerilemiş. Kamu harcamalarındaki devasa artışa bakıldığında ise, neden sadece bu dönemde şirketlerin krize rağmen kârlılıklarını korudukları anlaşılabiliyor. Bankacılık kurtarma operasyonları ile bütçe açıkları eşliğinde kamu borcunu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yeni zirve noktasına taşıyan Obama politikaları, ülke ekonomisini 2013’te hatırlanacağı üzere ‘devletin kepenk kapatması’ noktasına kadar sürüklemişti.
Ve Trump…

2008’den 2016’ya Obama’dan Trump’a kadar uzanan yol önemli. Zira Amerikan halkının yüzde 1’e karşı yüzde 99’uz fikrinin bugün Trump’ın ırkçı söylemlerini destekler pozisyona gelmesi bazı gerçekleri önümüze koyuyor. Ne oldu da neo-liberalizmin adaletsizliklerine ve gelirlerin büyük bir kısmına el koyan finans sektörüne karşı kendini tek vücut olarak gören anlayış sahneden indi ve yerini anti göçmen politikalarına, aşırı sağ tercihlere bıraktı…

Yanıtı Amerikan siyasi literatürüne de geçen Bill Clinton’ın seçim stratejisi olan “It’s the economy, stupid (mevzu ekonomi, be ey şaşkın)” başlığı veriyor. Seçimlerle teslim alınmış isyancı taleplerin, hayal kırıklıklarıyla çarpıtılmış öfkeye (yüzde 1’e değil yüzde 99’un içine yönelen öfke) dönüşmesi, bugünkü Trump sonucunu karşımıza çıkarıyor.