Cumhuriyetin temel ilkelerine demokrasinin asgari koşullarıyla birlikte veda ettiğimiz günlerdeyiz. Kamusal sorumluluğu, laikliği ve siyasal hayata eşit katılımı sağlama ve bunları demokrasinin gerekleriyle buluşturma hedefi çoktan rafa kalktı. Çoğunluk diktasını “milli egemenlik” olarak pazarlayan, birlikte yaşamın demokratik ilkelerini kendi iktidarı karşısında bir tehdit olarak gören ‘anlayış’, önüne çıkan ne varsa silindir gibi eziyor.

Yurttaş, kendini kurtarmayı tek hedef olarak gören sığ bir bireycilik ile cemaat içinde erimeyi teminat olarak vaat eden bir ikiliğin içinde eriyip gitti. 12 Eylül’de başlayan yurttaş kimliğinin imhası şimdilerde tamamlanıyor. Bugün artık “yurttaş” dediğimiz siyasi ve hukuki kimlik, bir güvence ve aidiyet biçimi olmaktan çıktı. İktidar yurttaşa değil içini kendi doldurduğu bir “millet” kategorisine sesleniyor. “Milletin parçası” olup olmamak ise iktidarı destekleyip desteklemediğinize bağlı. Farklı olana düşmanlığı bir “milli erdem” olarak gören, demokrasi nefretini Batı karşıtlığı kisvesinde dışa vuran, şanlı geçmiş hikayelerini bugünkü siyasi projenin sosu yapan iktidar mühendisliği yalnızca hükümet sistemini değil tümden rejimi değiştirmek amacında. O nedenle başkanlık tartışması müstakbel başkanın yetkilerine ve kuvvetler ayrılığı meselesine indirgenemez. AKP eliyle inşa edilen yeni rejim, bildiğimiz laik cumhuriyetin sonudur.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden zaman diliminde ne yaşadıysak, 15 Temmuz’dan başkanlık referandumuna gidecek süreçte benzer biçimde dizayn edilecek. 7 Haziran öncesi başkanlığa mesafeli duranlar kâh ikna kâh gözdağı ile rejim değişiklini kabullenmek durumunda kalacak. Saray-AKP blokunun bu yönde attığı adımları dört temel başlıkta toplayabiliriz.

İlki parti içindeki safları sıkılaştırmak. Bu doğrultuda Fethullahçıların parti içindeki siyasi bağlantılarına referanduma kadar dokunmamak, onları mevcut değişimi onaylamaya mecbur kılmak. Yıldırım başta olmak üzere AKP kurmaylarının “Biz gereken temizliği yaptık” demesine inanmayın. İstenilen alındıktan sonra parti içi operasyon gelebilir. Saray-AKP cephesi ikinci hamlesini MHP üzerinden yapıyor. Tarafların bu ‘ittifak’tan kazançlı çıktığı aşikâr. MHP, AKP’nin Kürtlere ve sol muhaliflere karşı izlediği savaş siyasetini alkışlarken kendi kadrolarını kilit mevkilere atamak için pazarlık yapıyor. Bahçeli orta vadede bu plandan partisine kazanç sağlayacağını umsa da Saray’a itaatin tek koşul olduğu bu yeni sistemde ‘kazanan’ güçlü taraf olacak.


İktidar blokunun üçüncü hamlesi Kürtleri hedef almış durumda. 7 Haziran’dan sonra netleşen tablo şu, iktidar Kürtleri tamamen saf dışı bırakmak istiyor. Başlarda etkisizleştirme, yalnızlaştırma politikası güden iktidar bloku şimdilerde Kürt siyasetini hem yerelde hem mecliste imha etmek amacında. Kışanak- Anlı operasyonu bu konuda vites arttırdığının somut kanıtı. Gözaltı kararıyla Kürtlerin ve sol muhaliflerin tepkisinin ölçüldüğünü söylemek ise niyet okumak sayılamaz. Bu “ölçüm” iktidara daha ileri gitmek için cesaret verici sonuçlar doğurdu. PKK’nın kanlı saldırılarının devam etmesi, Kürt siyasetine destek verme potansiyeli olan kesimleri de durduruyor.

Son olarak iktidarın sermayeyi başkanlık konusunda ikna edecek girişimleri tamamlamış gibi. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında tüm iplerin Saray’da toplanmasına itiraz eden herhangi bir ses yok o taraftan. Eskiden burjuva demokrasisinin asgari şartlarını kendi mevcudiyetinin gereği olarak gören sermaye şimdilerde çıkarı için iradesini Saray’a teslim etti.

Tekmeler havada uçuşuyor, okullarda cihat çağrıları yapılıyor, görüyor musunuz? İdam isteriz sloganları yükseliyor meydanlarda ve cevabı yakın oluyor, duyuyor musunuz? Onuncu yıl marşı ile o sesi susturmanız mümkün değil! Cumhuriyet Bayramı sırasında çıkan son KHK gösteriyor ki İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de cumhuriyet yürüyüşleri yapılırken yeni rejim kendini inşa etmeyi sürdürüyor, farkında mısınız? Yine muhalifler keyfi bir biçimde tasfiye torbasına atıldı, yanınızdan bir aydınlık sima daha uzaklaştırıldı, listede isim aramaktan bıkmadınız mı? Rektörlük seçimleri de elden gitti ve kimse bunun OHAL ile darbe ile ne ilgisi var diye sormuyor bile. Başkanlık, anayasa değişikliğini dahi beklemeden adım adım geliyor memlekete. Meydanlarda bayraklarla, Atatürk resimleriyle yürüyen kitle cumhuriyetin ve demokrasinin sadece bayramlarda değil her gün savunulması gereken bir mevzi olduğunu idrak etmeden, bunun için örgütlenmeden bu gidişatı durdurmak imkânsız.