"İkinci yüz yıla girerken yeni bir cumhuriyete değil cumhuriyetin gerçek tanımını, değerlerini içselleştirmiş ve dünden öğrendiklerini günahı ve sevabıyla ölçüp yüzleşerek yarına aktarmaya gönlü olan yeni bir iktidara ihtiyacımız var."

Cumhuriyetin eskisi yenisi olur mu?

ZEYNEP ALTIOK AKATLI

Cumhuriyet artık bir külkedisidir. Parsayı “sınır tanımayan özgürlükler”, “alabildiğine demokrasi, demokrasiyi yok edinceye kadar demokrasi” giysilerine bürünmüş kızkardeşler toplayacaklar.

84 yıllık bir sürecin biriktirdiği kin, nefret, nankörlük ve “gaflet ve dalâlet” Cumhuriyet’i nihayet boğmuştur. Şimdi sıra, ikincisinden başlayarak onun mutantlarını yaratıp onları “ılımlı İslam”, “AB’ye aday adayı olmaya geçiş sürecinin bekleme evresi” gibi ortamlarda el bebek-gül bebek beslemekte. Soykırım ikrarı, teröre siyasal çözüm, bazı insanların hakları ve diğerlerinden alınıp onlara verilecek başka haklar vb. yeni eko-sistemin hormonlu besinleri. Türkiye Cumhuriyeti belirsiz bir süre boyunca zehir soluyacak.”

Bu satırlar Füsun Akatlı’nın 2007 tarihli ‘Cumhuriyetin Sonu mu?’ yazısından. Aradan geçen 15 yılın onu haksız çıkartmadığı şüphesiz. Mamafih Cumhuriyet’in sonunu tertipleyenlerin güvendiği kültürsüzleşme ve değerler erozyonunun derin ve kırılgan yarıkları arasında temel çökmedi. Gerici bir rejimin hayali ile sabırlı, sistemli süreç yönetimiyle iktidarı ele geçirenlere ve tüm işbirlikçilere direnerek ikinci yüzyılı karşılamaya hazırlanıyor Cumhuriyet. Ama ilk yüzyılın sonuna geldiğimiz günlerde istisnasız büyük bir mutsuzluk hemen her köşede. Hepimizde.

Oysa cumhuriyet mutluluk içindir. Eşit, adil, özgür, hakça ve insanca yaşam hakkını savunur ve koruma altına alır. Kapitalizmi araçsallaştıran güçlü ve kendine yeten ülkelerde ekonomi, insan hakları ve demokrasi kültürünü tamamen ezerek ilerleyemedi. Çünkü temel kültür ve eğitimin kalkınma ve devamlılık için önemi yadsınmıyordu. Bilimi reddeden, bugünü ‘benim cebim dolsun’ kofluğunda geçiştiren bir yönetim en faşist örneklerde bile görülmedi. Çünkü kültürel birikimi olan toplumlarda öbür dünya zenginliği vaadiyle göz boyanmıyor. Toplum sorguluyor, yasalar koruyor. Elbette sömürü düzeni kendine kurbanlar buluyor kimi zaman kendi sınırları dışındakileri kimi zaman da en zayıf yurttaşlarını öğütmeyi beceriyor. Dünya tükenen düzeni sorgulanıyor ve yeni arayışlarla birlikte şimdi her ülkenin ekonomik gücüne ve sahip olduklarına bağlı bir hasar yönetimi devrede. Geleceği görenler endişeli. İklim krizi gündemde. Kaynaklar kısıtlı. Üretim her zamankinden önemli.

Cumhuriyet’imizin ilk yüzyılını kapatırken Cumhuriyet’in artık sadece adı var. Temsil ettiği değerlerin tümü iktidarın süslü sözleri ve temelsiz tanımlarıyla birer aldatmaca. İçi boşaltılan kavramlar öylece havada uçuşuyor. Bizi bekleyen tablo karşısında düşünmemiz ve ön almamız gereken onlarca başlık varken bize düşen en temel insan haklarımızı savunmak. Demokrasiyi yeniden inşa etmek zorundayız.

Kültür bir bilinç işidir. Dil bilinci, düşünme disiplini ve tarih bilinci. Bu üçü birbirinden kopuk ve her birine olan hâkimiyet vasatın altında malumatla sınırlı olduğunda cahil cesareti devreye giriyor. Erki ele geçiren cahilin cesareti ise yıkımların en ağırını getiriyor, bedellerin en pahalısını ödetiyor. İşimiz zor. Kültürsüzlüğü yerleştirmek isteyen ve sadece kültürsüzlüğün, bilgisizliğin hâkimi olabileceğini bilen kötü niyetliler için aydınlanma ilk günden beri hedefteydi. Emperyalizme karşı kazanılan bağımsızlık savaşının ardından en öncelikli hedefi ‘yurtta ve dünyada barış’ olan bir liderin olağanüstü vizyonu ve kararlılığıyla kuruldu Türkiye Cumhuriyeti. Cumhuriyet barış demekti. Savaşın yıkımından çıkmış, ekonomik gücü hiç kalmamış, tüm birikimleri tükenmiş ama özgür bir halka barışla birlikte verilen bir armağandı Cumhuriyet. Genç Cumhuriyet kısa sürede bağımsızlığına, gıda bağımsızlığını ekleyecek ve hızlı bir kalkınma süreci yaşayacaktı. Türkiye’nin çağdaş ve ilerleyen bir ülke olmasını Atatürk’ün aydınlanma devrimlerine borçluyuz. Batı’nın zengin kültürel birikimine, insanlığın ortak malı olmuş değerlere sahip büyük bir kurtuluşu yaşıyordu Türkiye. Bu kadar kısa sürede ilerleyen ve bugün tarihinin en ağır saldırısı altında bile direnen mayasıyla Cumhuriyet’in elbette bebeklik hastalıkları var. Hiçbir devrim rica ederek yapılmadı değil mi? Önemli olan “zafer” değil “barış’ peşinde olmak, şiddeti bir yönetim biçimi olarak görmemek ve devrime ihtiyaç yaratan suçluların yasalara, hukuka teslimini sağlamak. Devrimlerin başarısı ardından gelen süreçle şekillenir.

Daha ilk günden dalalet ve hıyanet içinde olanların hedefi laiklik ve demokrasi oldu. Dini bir inanç değil baskıcı, gerici bir rejim unsuru olarak görenler Cumhuriyet’i ve kurucu iradeyi içerden çökertmek istediler. Cumhuriyet kazanımlarının yerleşmesi ve gelişmesini önlemek için cinayetler işlediler, darbeler planladılar. Toplumu inanç ve köken üzerinden ayrıştırdılar. Alevileri, Kürtleri hedef gösterdiler. Katliamlar tertiplediler. Kuruluş amacını içselleştirerek erkenden çok partili sisteme geçişin öncüsü olan Cumhuriyet Halk Partisi de hedefteydi. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı gibi ilerici isimler hedef alındı. Cumhuriyet Halk Partisi bakanları, milletvekilleri, belediye başkanları, yöneticilerini ve gerçekleri yazan gazetecileri, aydınları faili meçhul siyasi cinayetlerle öldürdüler. Parti binalarına saldırdılar. Bugün geçmişin tüm aksaklıklarını, olumsuzluklarını Atatürk’e ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne fatura eden kültür ve tarih bilincinden kopuk gerici ve sağcı işbirlikçiler, “çıkarperestler” dün köy enstitülerini kapatarak başladıkları yolda bugün Cumhuriyet’in "lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünmemizi yok ettiğini" söyleyerek ilerliyorlar. Tarihi eğip bükerek, toplumsal değerleri istismar ederek, aslı olmayan bilgilerle halkı kandırarak Cumhuriyet’i bir tehdit olarak tanımlarken kendileri tüm varlıklarını ve hatta iktidarlarını Cumhuriyet’e borçlu olduklarını görmezden geliyorlar. Ne konfor!

Cumhuriyet tüm kazanımlarını ve direnen birikimini hızla yok edilmek istenen kültürel birikimden alır. Bugünün iktidarı kültürel iktidarın yoksunluğundan dem vurup hayıflanırken buna sahip olamayacağını da hissediyor. Çünkü kültürel birikim bilgi ve deneyimin üst üste koyulmasıyla gelişir ve kalıcı olur. Yüz yıl boyunca savaştıkları birikimi bilgi sahibi işbirlikçilerle sahiplenmeye çalışanların göremediği, kültürel birikimin öldürdükleri halde düşüncelerini yok edemedikleri, isimlerini unutturamadıkları aydınlar, ezmek için zehirli elmalar sundukları halde asimile edemedikleri, yenemedikleri halklarla korunduğudur.

İkinci yüz yıla girerken yeni bir cumhuriyete değil cumhuriyetin gerçek tanımını, değerlerini içselleştirmiş ve dünden öğrendiklerini günahı ve sevabıyla ölçüp yüzleşerek yarına aktarmaya gönlü olan, iktidarı demokrasinin üzerinde ve sahibi olarak görmeyen yeni bir iktidara ihtiyacımız var. Yeni yüz yılda geçmişin hatalarıyla yüzleşen, geçmişin acılarını iyileştirmek için hukuk ve adalet nezdinde somut adımlar atacak bir lidere ihtiyacımız var. Ben en iyisi bilineni tekrar etmek yerine yine Füsun Akatlı’nın sözleriyle tamamlayayım. “En önemli ve acil kaygımız insanın onuruna, insanın değerine, insanlık macerasının kazanım ve birikimlerine, ülkemiz insanı adına dört elle sarılmak ve sahip çıkmak olmalı.”