Kadına karşı şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğunu söyleyen Erdoğan, Türkiye öncülüğünde ve AİHM kuralları temel alınarak hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’ni gururla duyurmuştu. Zaman içinde ihtiyaçları değişti, haliyle kararları da… Ne demişti yıllar önce Erdoğan; demokrasi amaç değil, araçtı. Onu gideceği yere kadar götüren bir tramvaydı sadece. Daha önce Kürtler için inilen o hak ve demokrasi durağında şimdi sıra kadınlardaydı. Çünkü Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu yeni ortaklar, ‘aile yapısını bozduğu’ gerekçesiyle sözleşmeden çıkılmasını istiyordu. Kadına yönelik şiddeti önlemek ve soruşturmak amacıyla imzalanan sözleşme Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla iki yıl önce feshedildi. Tepkiler çığ gibi büyüdü. Erdoğan ve AKP iktidarı kendi mahallesini, “merak etmeyin sizin güvenceniz 6284 sayılı kanundur” diyerek ikna etmeye çalıştı. Öyle ya, bizim eşcinsel haklarını koruyan böyle gavur anlaşmalara ihtiyacımız yoktu. Türkiye’de kadınlar hali hazırda 6284’ün koruması altındaydı. O günlerde AKP’de siyaset yapan kadınlar, Erdoğan’ın bu ara sıra indiği demokrasi durağında kişiye göre dağıttığı temel hakları makul bularak yola devam etti. Ta ki o kanun da ittifak pazarlığının konusu yapılana kadar…

***

Erdoğan’ın sadece kendini merkeze koyan siyasetinin son kalp kırgınları AKP’li Mv. Özlem Zengin ve Bakan Derya Yanık oldu. İktidarın hak gaspı konusundaki mahirliğinin bilincinde olan kadınlar itirazlarıyla sokakları doldurup İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken bu iki hanımefendi içinde bulundukları siyasi geleneğin sözünü tutacağına dair güven dolu demeçler veriyordu. Ama işte, günü gelmiş ve Cumhur İttifakı büyümek için Yeniden Refah Partisi ve Hür Dava Partisi’nin kapısını çalmak zorunda kalmıştı. HÜDA-PAR, hafızalarımızda ‘domuz bağlı işkenceleri ve mezar evleriyle’ yer etmiş Hizbullah’ın devamı niteliğinde bir siyasi parti. 1998’de kaçırılan Müslüman feminist yazar Konca Kuriş’in işkence görmüş bedeni iki yıl sonra Hizbullah’a ait bir evin bodrumunda üzerine beton dökülmüş halde bulunmuştu. Diğer ortak YRP’nin ise Cumhur İttifakı’na katılmak için öne sürdüğü taleplerden biri kadına karşı şiddetin önlenmesine dair 6284 sayılı yasanın değiştirilmesi oldu. Bakan Derya Yanık ve AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin, yasayı kırmızı çizgileri olarak tarif ettiklerinden beri kendi mahallelerinin saldırısı altında. Temel hakları konusunda taviz verip sınırını daraltan herkes gibi hayal kırıklığı yaşıyorlar. Hapishanelerdeki çıplak arama iddialarını, kadınları ‘onurlu ve ahlaklı olan ve olmayan’ şeklinde tarif ederek reddeden Zengin hanım, ya da depremzede çocukların neden tarikat evlerine teslim edildiğini izah edemeyen Yanık hanım için bilmem ki, çocuk ve kadınları koruma kanununun pazarlık konusu yapılmasının şoku kaç kuvvetindedir.

***

Daha önce “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok” diyen Erdoğan’ın, HÜDA-PAR ile kurduğu ittifakı yerli ve milli olarak tarif ederek, kadınların haklarını kolayca göz ardı edişinin partisinde yarattığı hayal kırıklığını bir tarafa bırakalım. Ama olası yeni hüzünlere karşı, bu işin Medeni Kanun’a kadar yolu olduğunu da not edelim. “Bana kadar demokrasi” siyaseti elbet zamanı gelir herkesin kapısını çalar. Gün itibariyle muhalefetin karşısında Türkiye tarihinin en gerici ortaklığı kurulmuş durumda. İttifak, milyonlarca kadının can güvenliğini tehdit ettiği gibi müesses nizamın bütün karanlık araçlarına da sahip. Özgürlüklerle başından beri geçimsiz olan siyasal İslam, kadın-erkek hepimizi kendisi için kullanışlı rollere hapseden ataerkillik, eşit yurttaşlık talebine tarihin her döneminde şiddetle karşı çıkan milliyetçilik… beyaz toroslu, yeşilli, domuz bağlı bütün sembolleriyle sahada. Muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu ise, müesses nizamla hizalanmayı reddettiğinden beri daha güçlü, çevresi daha kalabalık. Bu noktada Türkiye’nin devrimsel bir yol ayrımında olduğunu, ibrenin de demokrasiyi gösterdiğini söyleyebiliriz. Ancak muhalefetin lehine görünen bütün olumlu işaretlerin yanında, kadın-çocuk-genç-doğa-emekçi-göçmen-LGBTİ+ bireylerin hak ve ihtiyaçlarını merkeze alan kamucu-sol-özgürlükçü politikaların ağırlık kazanacağı ve güçlendiği oranda da dirençle karşılaşacağı mücadeleli bir döneme gireceğimizi unutmamalı ve dayanışma içinde olmalıyız.