Bazen ağlar insan. Gözyaşlarının en acı vereni, yalnızken dökülenidir

Bazen ağlar insan. Gözyaşlarının en acı vereni, yalnızken dökülenidir. Ben, çok uzaktaki bir bankın köşesinde, kimseye belli etmemeye çalışarak ağlayan bir baba gördüğümde anlamıştım bunu. Acıları belki diner diye hiç tanımadığım insanlara dokunduğumda sevme denilen şeyin varlığını bildim. İşte o zaman yanındakini değil, uzağındakini sevmenin maharet olduğunu anladım. Ama ben de herkes gibi bazen sevdim. Bazen ağladım, bazen dokundum ağlayan bir yüze.

Evet, bazen seviyordu insan. Bir kadının en zayıf yeriydi sevmeleri. Bir erkeğinse en karmaşık yanı. Çoğu erkek için sevmek sıradan bir eğlenceydi biraz, oysa çoğu kadın sevmelerinden son veriyordu hayatına. Sevmek uzun bir maceraydı kadının belleğinde, oysa o bir an’a sıkışıyordu erkeğin ellerinde. Ben en çok ağlayan kadınların sevmelerini sevdim, o da bazen. Ve öldüğümde defalarca bir kadının gözyaşlarıyla yıkandım. Gözyaşlarıyla yıkanır insan öldüğünde.

Ve bazen ölür insan. Yaşarken çok kere, hayatın sonunda bir kere ölür. Çoğu ölüm uzun bir hikâyedir aslında, çoğu yaşamsa bir anlık maceradır kimileri için hepsi bu. Ölmek de bir terk etme biçimidir. Ve terk etmek ise bir sevme biçimi, söylemiştim bunu. Bu nedenle ölür ve terk eder insan. Sevişir gibi öldüğü de olacaktır, sessizce çekip gittiği de. Sessizliğini başkasına, sevişmesini kendisine borçludur insan. O nedenle başkasını terk ederken susacak, kendini terk ederken sevişecektir çoğu zaman. O nedenle Mehmet Pişkin sessizce çekip gitmiş, Suphi Nejat Ağırnaslı sevişerek terk etmiştir dünyayı.

Çünkü bazen sevişir insan. Her sevişmek bir başka yolculuğa açılır neden sonra. Ve sonu gelmez bir kısırdöngünün içinde sevişir, sever, ağlar ve ölür insan. Bu nedenle delirir bazen.

Evet bazen delirir insan. Kimi zaman kendine doğrulttuğu bir silahtır aklı, kimi zaman ölmeye duyulan ihtiyaçtır. Kimi zaman bir tercihtir delilik ve kimi zamansa bir mecburiyet. Bir tavır ve politik bir duruş bazen. Ama yine de yalnızlığı makbuldür deliliğin. Çünkü hiçbir deli bir toplum tarafından bugüne kadar zapt edilememiştir. Eğer deliliği de elinden alınırsa, insan kendini yok edecektir.

Ve bazen intihar eder insan. Sevişmekten ya da sevişememekten değil, sevişmelere anlam verememekten intihar eder. Delirmenin değil akıllanmanın en uç halidir o. Yalnızken bile ağlayamamanın yıkıcılığıdır. Ve terk etmek değildir asla… O, yaşam denilen bu karmaşanın akılda çözülmesidir en kötü haliyle bile. Kısacası her intihar bir sevme hikâyesidir biraz da.

Oğlu Onur Yaser Can’ın emniyette maruz kaldığı işkenceden dolayı intiharına dayanamayıp intihar eden bir annenin hikâyesi gibi aşk doludur bazen. Ve bazen 8 ay kirasını ödeyemediği evde iki çocuğunun ısınması için saç kurutma makinesini çalıştırıp, diğer odada kendini tavana asan 26 yaşındaki Emine Akçay’ın ki gibi devletin taammüden cinayetine kurban gitmektir. Ya da Boğaziçi Üniversitesi’nden çıkıp Kobani’de çarpışarak ölen Suphi Nejat’ın ki gibi tutku yüklüdür.  

İntihar bir meslek olmalıdır diyordu Rigaut. Bütün gözyaşlarına dünyanın, intihar eylemleri düşüyorum birer birer. Çünkü ben bir babanın yalnızken ağladığını gördüğümde anladım bu dünyanın o gözyaşlarından sonra beş para etmeyeceğini.

Bazen ağlıyoruz, bazen seviyoruz ve bazen ölüyoruz durduk yere. Delirdiğimiz ve intihar ettiğimiz de oluyor hiç kuşkusuz. Ve olacak da bu dünya durdukça yerinde. Bazen oluyor öyle işte. Bazen sessizce, bazen deli gibi sevişerek.

Çünkü insan bazendir zaten.