Derken… Azerbaycan – Ermenistan savaşı da başlamaz mı? Daha birkaç gün önce Suriye’den Azerbaycan’a uçakla gönderilen cihatçı kafilesi fotoğrafı ve iddiası vardı. Muhtemelen turistik seyahat değilmiş.

Ama asıl ‘gündem’ HDP’ye yine ve yeni operasyon, ameliyat, harekât… Henüz tutuklanmayan yönetici kademelerinde yer almış 82 kişi de tutuklandı işte. Gerekçeye gerek yok kabilinden. Bu arada 7 milletvekili hakkında da dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırlanmış.

Hayri Kozanoğlu’nun geçen temmuz ayında dedikleri artık neredeyse dile düştü ve herkesin ‘gündemi’ oldu: “Bunlar ‘gündem değiştirme’ aman oyuna gelmeyelim diye diye… Gündem değil rejim değişti!”

Okuduğum sol cenah yorumlarında hep böyle değerlendirmeler öne çıkıyor. Neden? Çünkü iktidardakiler yaptıklarının gündem değiştirmek değil yönetim tarzları olduğunu zaten kendileri söylüyorlar ve bunun gereklerini yerine getiriyorlar.

Mesela dokunulmazlık kaldırma gündeme geldiğinde buna da mı gündem değiştirme denecek? CHP yine “Anayasa’ya aykırı ama yine de evet diyeceğiz” kıvraklığını tekrarlayacak mı? Çünkü muktedirlerin kendi dayattıkları ‘çözüm’ alanındaki kıvraklığı daha da etkili: “Meclis’te yine dokunulmazlık oylaması yaparız, CHP yine ‘evet’ der ve HDP desteğini çeker. CHP ‘hayır’ dediğinde, oh ne güzel, bu sefer de ‘terör saflarında CHP’ olur. Millet İttifakı diye bir şey kalmaz. Bu konuda İyi Parti’nin zaten eli mahkûm, ‘evet’ diyecektir.”

Gündem filan değiştirmiyorlar. Kendilerini kalıcı kılmak için kılıcı elden düşürmüyorlar, yönetim tarzları hep böyle ve böyle yapmayı sürdürecekler. Çerçevesini kendileri çizdiği çözüm(süzlük) alanındaki çözümlerden hep kendileri kazançlı çıkıyor. CHP yönetimi de hep kaybedeceği belli olan o çözüm alanında kalmayı tercih ediyor. O çözüm alanı dışındaki çözümlerden söz etmek ise gazete kapattırır.

6 yıl önceki Kobane’yi köpürttüler ama peki birkaç gündür Cübbeli Ahmet 8 ay önce, 17 Ocak’ta dediklerini neden tekrar ‘gündeme’ getirdi? “Pompalı tüfekli selefiler iç savaş çıkaracaklar!”

Aydın Engin biraz ötesini de hatırlattı: “İstanbul’da Bağcılar, Esenler, Kâğıthane, Sultanbeyli gibi kırsal geleneklerin canlı yaşandığı semtlerde pompalı tüfek silahlanmasının çok yaygın olduğu ve alınan tüfeklere yiv ve set yaptırılarak silahın gerçek bir öldürücü aygıta dönüştürüldüğü yıllardan beri söylenegelir.”

Kıtır kıtır kesecekler diyorduk, yok öyle değilmiş, pompalıyla ve hatta yivlisiyle katledeceklermiş! “Aman korkmuyoruz ki” desek yalan olur. Ama daha da korkutucu olanı, toplumda bu gidişata karşı bir kanıksamanın pekişmesidir. Cübbeli’nin dedikleriyle aslında maksat hâsıl olmuş, korku iklimi körüklenmiştir.

Cübbeli’nin bildiğini devlet bilmez mi? Biliyormuş. “Emniyet mensuplarına, selefi dernek yapılanmaları, bize değişik illerden gelen bilgilere dayanarak anlattım. Bazı isimler de verdim. Benim anlattıklarım karşısında emniyet mensupları hayret belirtisi göstermediler.”

Ne demişti Alman Papaz Martin Niemöller, Hitler faşizmi hakkında? “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler. Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Yıllardır “Tehlikenin farkında mısınız” diye soruldu. Herkes aslında farkındaydı da ne oldu?

Farkında değilmiş gibi olmaya devam öyleyse… “Aman canım ben kendi başımın çaresine bakarım. Sessiz kalırsam bana bir şey yapmazlar. Ne demokrasisiymiş, demokrasi zaten yoktu ki, laikliği kurtarmak da bana mı kaldı.”

Demek ki Martin Niemöller de halt etmiş.

Dağılabilirsiniz!

Yoo hayır, dinlediniz, okudunuz ama “hadi dağılabilirsiniz” demeye de gerek yok ki.

Zaten dağınıksınız.