Dağılan iktidar, yalancı mutabakat ve devrimci siyaset

Cemaatin ülkenin kaderini eline almak istediği darbe girişimi ülke gerçeğini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Kökünde ABD tarafından kurdurulan Komünizmle Mücadele dernekleri bulunan başta Cemaat olmak üzere siyasal İslamcı akımlar, 12 Mart’tan 12 Eylül’e faşist darbelerin açtığı yoldan ilerleyerek devletleşti. BOP çerçevesindeki ılımlı İslamcı kuşak yaratma projesinin sahibi ABD’nin desteğini de arkasına alan AKP ve Cemaat, devletin stratejik tüm noktalarını ele geçirdi. Demokratikleşme-sivilleşme propagandasıyla İslamcı faşist yeni bir rejim inşa edildi. İşte hep birlikte yarattıkları devlet ve düzen bu! Şimdi, 15 Temmuz’un ardından madalyonun bir yüzündeki Cemaat tasfiye edilirken öteki yüzü olan AKP’nin, ülkeyi nereye sürükleyebileceği tartışılıyor.

AKP, darbenin yarattığı şok etkisini OHAL içinde süreklileştirip, güç ve yetki alanını sınırsızlaştırdı. Tasfiye, onarma ve kontrol altına almanın iç içe geçtiği yeniden yapılanma, KHK yetkileriyle gerçekleştiriliyor. (...)

I

(...) KHK’larla 15 Temmuz gecesi bombalanan Meclis devre dışı bırakılırken diğer yandan da CHP ve MHP’nin dahil edildiği, HDP’nin dışarıda tutulduğu bir mutabakat ekseni oluşturuluyor. Öte yandan da üç haftadır sürdürülen meydan seferberliği sürdürülüyor. Devlet merkezli gücü büyük oranda zaafa uğrayan Erdoğan, meydanları yetki ve güç kaynağına dönüştürüyor. Aynı zamanda meydanlar muhalefetin AKP’ye karşı hamle yapma imkânlarını sınırlama ve muhalefeti içirme siyasetinin de zeminine dönüşüyor. AKP, darbe girişiminin yarattığı ilk sarsıntıyı bu bir kaç ayaklı kompakt siyasetle aşmaya çalışıyor. Bu dönemdeki farklı yönlerdeki işaretler üzerinden AKP’nin önümüzdeki dönem izleyeceği siyaset ve yönelimler üzerine farklı yorumlar gündeme gelebiliyor. Bu noktada iç ve dış faktörlerin iç içe geçtiği bu kriz içinde belirleyici olan nokta 15 Temmuz sonrasında oluşan güç dengeleridir.

II

Cemaatin devlet içindeki gücü 15 Temmuz sonrasında büyük oranda tasfiye oldu. Ortaklığın sona ermesinin ardından başlayan çatışmada taraflardan biri ortadan kalkıyor, ancak bu durum iktidar krizinin aşılması anlamına gelmiyor. 15 Temmuz, AKP’nin gücünün sınırlarını ortaya koydu. 14 yıllık hakimiyetini ve özellikle son yıllardaki yoğunlaştırılmış baskı ve tasfiyelere rağmen AKP’nin devlete tümüyle hakim olamadığı görüldü. Bu yalnızca Cemaat’le ilgili bir durum olmanın ötesinde, devletin tüm kurumlarının –AKP’yi de içine alarak- parçalanmasıyla ilgili bir durum. 17-25 Aralık sonrasında, yaşananların AKP-Cemaatin iktidar paylaşım sorunlarını da içermekle birlikte bundan daha fazlasını olduğunu ifade etmiştik. Emperyalizmin neoliberalizmi ve İslamcılığı destekleyen politikalarına bağlı olarak devletin yeniden yapılandırılması ekseninde oluşan; karakterini ve bileşenlerini de bu sürecin belirlediği iktidar blokunun dağılmasıyla başlayan kriz, farklı uğraklardan geçerek 15 Temmuz’a ulaştı. Bu, devlet içindeki güç odaklarının, sermayenin farklı bileşenlerinin ve onların bütünleştiği uluslararası sermaye ilişkilerinin etkisiyle birlikte bölgesel güç mücadelesinin da yansımalarını içinde taşıyan çok faktörlü ve çok aktörlü bir kriz. AKP, devletin tüm katmanlarını, ilişkilerini, yönetme ve denetleme mekanizmalarını kontrol altına alarak bu krizi aşmaya çalışsa da başarılı olamadığı görüldü. 15 Temmuz’un ardından hamle yapma imkanı edinse de, güç kaybına uğramış ‘iktidar hacmi daralmış’ ve yönetme kabiliyeti daha da zayıflamış bir iktidar var. Bu durum - rejimin neoliberal ve İslamcı temel yapısına köklü itirazı olmamakla birlikte- AKP ile de tam uyum içinde olmayan güç odaklarına alan açıyor. Dolayısıyla AKP’nin tek başına belirlemesinin güçleştiği, bu doğrultudaki adımları karşısında farklı karşı hamle ihtimallerinin daha fazla belirginleştiği bir döneme girildi.

dagilan-iktidar-yalanci-mutabakat-ve-devrimci-siyaset-170462-1.

III

Önümüzdeki dönemdeki eğilimleri belirleyecek bir başka önemli faktör de ABD ve Batı’nın tutumudur. 15 Temmuz gecesinden başlayarak ABD, NATO ve Batı ülkeleri açık biçimde Erdoğan ve AKP’nin arkasında durmadı. Emperyalist merkezler darbe girişimi karşısında hayırhah bir tutum sergilendi. ABD’nin, 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi bildik anlamda örgütlediği bir darbe olmamakla birlikte, izlerinin bulunabileceği bu darbe girişimi ve ardından izlenen tutum AKP’ye verilen güçlü bir mesaj oldu. Gülen’in iadesi tartışması gerilimi sıcak tutarken, AKP cenahı Rusya ilişkilerinin derinleştirilmesi, Avrasya hattına geçiş tartışmalarını gündeme getiriyor. Bu tartışmalara ilişkin New York Times’ta yayınlanan editör yazısında, AKP’ye ABD ve NATO muhtırası olarak da görülebilir. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin darbe girişiminin hemen ardından ‘Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkarabileceğine’ ilişkin demeci daha sonra yalanlanmış olsa da, bir süredir Batı’da bu gündemde tutuluyor. NYT, bunun da ötesine geçerek ‘hayati bir müttefikin demokratik normlardan uzaklaşması karşısında’ ne ne yapılması gerektiğinin ABD ve NATO’nun tartışma konusu olduğunu ifade ederek, dolaylı olarak bir müdahale işareti verdi. AKP, bir yandan anti-Amerikan bir söylem eşliğinde Rusya-Avrasya tartışmalarını yaparken, ABD ve Batı’dan dışlanmasının yarattığı sıkışmayı aşmaya çalışıyor. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, ‘TSK’nın yeniden yapılanması NATO ittifakına ve ruhuna uygun gerçekleşecek’ açıklamasıyla oluşan bağlılıklarını ifade etti.

15 Temmuz sonrasında muhalefet AKP karşısında ricacılık ve eklemlenme konumunu geçemiyor. Bu şekilde normalleşme adı altında AKP’nin güç toplamasına, İslamcı faşizmin yeni hamleler yapmasına olanak tanıyacak şekilde iktidara güç veriliyor

Bu gerilim hattı Gülen’in iadesi, Suriye merkezli olarak IŞİD ve PYD karşısındaki farklı tutumlar etrafında devam edebilir. AKP, bu noktalarda inisiyatif kazanmaya, ABD ve Batı’ya yeniden kabülüne yönelik pozitif adımlarla birlikte Rusya merkezli olarak farklı ilişkiler geliştirmeye de yönelebilir. Kaldı ki Emperyalizmin genel krizinin sonucunda yaşanan hegemonya kaybı ve yeni paylaşım mücadelesinin yarattığı boşluklar bu tür alanlar da açıyor. Ancak, tüm bu çelişkilerden bir kopuş ve hat değiştirme tartışması gerçekçi olmaz. Türkiye’nin 50’lerde başlayan bağımlılık süreci, küreselleşme doğrultusunda derinleşerek gelişti. Ekonomik sistemle birlikte, siyasi ve askeri yapısı bu temelde şekillendi. AKP’nin bölgesel güç olma temelli politikaları da bunun içinde olmakla birlikte, zaman zaman bu sınırı zorlayan noktalara da geçti. Önümüzdeki dönemde de bu tür hamleler olabilir. Ancak, ABD-NATO hattının TSK içindeki tek uzantısının cemaat olmadığı gibi, tekelci sermayeyle birlikte AKP’nin iktidar alanında gelişen sermaye de büyük oranda Batı merkezli sermaye ile bütünleşmiş durumda. Bu tür yapısal bağımlılık ilişkileri nedeniyle bunun ABD-NATO hattından bir kopuş olarak gerçekleşmesini beklemek gerçekçi değildir. 15 Temmuz darbe girişimi bir yanıyla da AKP’nin bu hattan uzaklaşmasının nasıl sonuçlar üretebileceğinin de bir ifadesi oldu. 15 Temmuz sonrasında iktidar krizinin seyrinde ve AKP’nin yön belirlemesinde emperyalist merkezler önemli bir faktör olmaya devam edecektir. Bu ilişkinin seyri öncelikle Suriye üzerinden belirlenecek ve bunun içeriye doğru da yansımaları olacaktır.

IV

15 Temmuz sonrasının önemli tartışma başlıklarından birisi de siyasal İslam ideolojisinin geleceğidir. Siyasal İslam’ın tarihsel gelişimi bir yana, son dönemdeki gelişimi asıl olarak ABD’nin ılımlı İslam politikası çerçevesinde oldu. Türkiye’nin Arap coğrafyasında İslamcı kimliğiyle öne çıkartılması, bölgede ılımlı İslamcı bir iktidar kuşağı yaratılması projesinin de bir parçasıydı. Bu şekilde zengin enerji kaynaklarına sahip bölgenin küresel kapitalizme eklemlenmesi sağlanacak, Türkiye, Müslüman Arap coğrafyasıyla Batı arasındaki bir köprü işlevini görecekti. Bu şekilde radikal İslamcı gelişimi de durdurulabileceği varsayıldı. Bu strateji özellikle Arap Baharı’nın ilk döneminde, Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesiyle birlikte parlarken, ardından yaşanan gelişmelerle kısa sürede çöküşe geçti. Mısır’da Sisi’nin Müslüman Kardeşler iktidarına darbeyle son vermesi, Tunus’ta Nahda Hareketi’nin giderek iktidardan tasfiye olması ve Suriye’de emperyalizmin ve AKP’nin desteklediği cihatçı güçlerin IŞİD’de somutlanan varlıkları siyasal İslamın krizinin başlangıcı oldu. Bu bir yanıyla emperyalist proje bağlamının sona ermesi anlamında stratejik bir çöküştür. Diğer yönüyle da neoliberalizmin yarattığı eşitsizlik karşısında siyasal İslam’ın sosyal-siyasal ve kültürel bir yanıt oluşturma kapasitesinin de tükenişinin de başlangıcıdır. Daha derinlerde ahlaki bir çözülmeyi de barındıran bu krizden siyasal İslamın çıkışı kolay olmayacaktır. Büyük kitleleri kontrol etmeye devam etmekle birlikte, siyasal İslam’ın toplumu birarada tutma, neoliberal sömürüye rıza üretme kapasitesi de daraldı. Bu durum büyük kitleleri kontrol etmeye devam eden siyasal İslamın etkinliğinin ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor. Ancak toplumun rızasını kazanma ve neoliberal sömürü politikalarının güvenilir bir taşıyıcısı olmaktan uzaklaşıyor. Bu sistem açısından da bir ideoloji krizini işaret ediyor.

V

Bu kriz eğilimleri içinde düzenin çözümsüzlüğü devam edecek. Bunun içerisinde geçici dengeler kurulabilir ancak gerek emperyalizmin genel krizinin gerekse bunun da etkisi altında şekillenmeye başlayan Türkiye’de devlet krizinin çözümü hiç de kolay olmayacaktır. Bu durum siyasal alanda da bir kilitlenme durumunu ortaya çıkarıyor. AKP’nin iktidara tekelleştirme eğilimleriyle devletin kurumsal yapısının çözülmeye başladığı öte yandan da AKP dışında bir yönetme seçeğinin oluşturulamadığı koşullarda denge oluşması mümkün olmuyor. Böylesi bir durum karşında bugün AKP’nin izleyeceği taktiklerden daha önemlisi muhalefetin nasıl konumlanacağıdır. Demokrasiyi ABD’den ve Avrupa’dan bekleyen anti-Amerikancılığı AKP’nin arkasına dizilmek sayan muhalefet emperyalizme bağımlı siyasal İslamcı güçlerle kurulan bu yeni rejimin iktidar güçlerinden birisine yaslanmak dışında bir anlam ifade etmiyor. Mücadele, bu güçler eliyle kurulan ülke gerçeğini değiştirecek bağımsız bir güç oluşturma doğrultusunda sürdürülmelidir. Bugünkü gelişmelere müdahalede bu doğrultuyu güçlendirecek bir anlayışla yapılmalı.

15 Temmuz sonrasında muhalefet AKP karşısında ricacılık ve eklemlenme konumunu geçemiyor. Bu şekilde normalleşme adı altında AKP’nin güç toplamasına, İslamcı faşizmin yeni hamleler yapmasına olanak tanıyacak şekilde iktidara güç veriliyor. Bugün sol muhalefet hareketinin, izlenen bu milli mutabakat koalisyonunu kıracak şekilde etkili müdahaleler geliştirmesine ihtiyaç var. HAZİRAN’ın darbeye karşı çıkan ve AKP’ye hayır diyen milyonların iradesine sahip çıkarak Taksim mitingine yönelik müdahalesi izlenmesi gereken siyaseti ortaya koyuyor. Bu siyaset farklı zemin ve bağlamlarda üretilerek AKP’nin yeni bir inşa dalgasını sınırlamak ve önüne geçmek mümkün olabilir.

VI

Sonuç olarak mevcut güç ve seçeneklerle bugünkü karanlıktan kurtulmanın mümkün olmadığı ortada. Devrimci kurucu bir fikrin, toplumsal zeminde sağlam dayanaklar oluşturarak güçlenmesine dayanan bir mücadele ile bu mümkün olabilir. Bunu başarmanın nasıl mümkün olacağına ilişkin cevabımızı daha bu karanlık tünele girilmeden önce vermiş, adına HAZİRAN demiştik. Şimdi bu anlayışla AKP’ye ve onunla kurulacak tüm gelecek ihtimallerine hayır diyenler, mahalle mahalle, sokak sokak örgütlenip birleşerek başka bir yol açabilir. Bu inadın sahipleri olarak bunca kötülüğün içinde de olsa sözümüz ve iddiamız bakidir ‘kaldır başını utangaç vatanım, mutluluğuna birkaç fırça vuracağız, bütün renklerle onurlu güzel yarınlar kuracağız.’