Bu gün Meclis Soruşturma Komisyonu dört Bakan’ın yolsuzluk suçlamasıyla Yüce Divan’a gönderilip gönderilmemesi için oylama yapacak. Ardından da komisyonun kararı Meclis’e gelecek. Yandaş tayfa ağırlıklı olarak Bakanlar Yüce Divan’a gönderilirlerse ipin ucunun kaçırılacağı feryadında. Sanki Başbakan cephesinde ise gönderelim havası alttan alta var gibi.

Soğuk savaş döneminde Holywood’un nükleer tehdit temalı antikomünist propaganda filmlerinin hemen çoğunda yer alan bir sahne vardır. Olaylar öyle bir gelişir ki, ABD Başkanı füzeleri ateşleyecek ‘düğmeye’ basıp basmama kararını vermek zorunda kalır. Kimi filmlerde sahnenin gerçekçiliğini ve gerilimini artırmak için Başkan hakikaten bir düğmenin (kırmızı) önünde düşünmeye başlar. Düğmeye basması gerektiğini söyleyenlerle basma diyenlerin kakofonisi yükselirken Başkan kararsızlığıyla baş başadır. Acaba Sovyet füzeleri ateşlenmiş ve ABD topraklarına nükleer felaket yağdırmak için gelmekte midirler, yoksa bu bir yanlış alarmdır ve Başkan düğmeye basarsa felaketi asıl ABD’ mi başlatmış olacaktır?

Bu filmlerin ABD halkını komünizm ve nükleer felaket tehdidi ile denetim altında tutmaya yarayan bir işlevleri vardı. Aynı zamanda Başkan’da temsil edilen koruyucu devlet imgesini güçlendiriyorlardı. Gerçek hayatta ölüm kalım savaşları öyle bir kişinin (Başkan bile olsa) inisiyatifine kalmıyor elbet. Etrafında onlarca danışman ve danışmanların temsil ettikleri çıkar grupları, güçler vs vs, bunlar arasındaki çatışma ve uzlaşmalar, değişkenlerin tümü genellikle kararların bir uzlaşmayla çıkmasını sağlıyor. Yine de devlet denilen aygıtın vereceği kararı dile getiren bir kişi oluyor.

Demem o ki örneğin bu gün Meclis Komisyonu’nun vereceği kararın ne olması gerektiğini düşünen ve erteleme kararıyla biraz daha zaman kazanmasına karşın eninde sonunda bu gün karar vermek zorunda olan da yine bir kişi. En azından o kendini öyle zannediyor. Olasılıkla Mecliste komisyon kurulduğu günden bu yana bu günkü kararın ne olması durumunda olayların nasıl gelişeceği hesaplanıp duruldu. Bu kararın olası sonuçlarını denetim altında tutmak için hesaplar yapıldı, yerler belirlendi, kişiler seçildi vs vs. Dört Bakan’ı Yüce Divan’a göndererek mi yoksa hiç göndermeyerek mi tehdidin bertaraf edilebileceği öngörülmeye çalışıldı. Aylar boyunca bir yandan komisyon çalışmalarını sürdürürken öte yandan iktidar hangi kararın kendisini kurtaracağına karar vermeye çalıştı. Süreç içinde her iki seçeneğin de öne geçtiği zamanlar olmuştur.

Gönderip aklayalım bu bizi kurtarır; gönderip mahkûm ettirelim bu bize yolsuzlukla savaşıyor gücü sağlar; gönderirsek kontrolümüzden çıkabilir ve ucu ‘size’ gelebilir; gönderirsek ‘beni yakarsanız hepinizi yakarım’ diyorlar gibi seçeneklerin hangisinin gerçekleşeceği öngörülmeye çalışıldı.

Bu gün, artık iyice ‘zor durumda olan Tarzan’ bir karar verecek. Çevresindeki danışmanları tıpkı o filmlerdeki meşum sahnede görüşlerini kabul ettirmeye çalışanlar gibi bağırıp çağırdılar. Gönderin ve göndermeyinler arasında sıkışıp kaldı. Evet yakın çevresi ona tüm seçenekler ve olası sonuçları hakkında onlarca senaryoyu seslendirdi. O da hepsini dinledi, ölçtü, biçti, tarttı. Bir karar verecek…

Vereceği kararın sonunu getirecek fitili mi ateşleyeceğini yoksa yangını daha başlamadan söndürmeyi mi sağlayacağına emin olmaya çalışıyor.

İşte asıl acınası hal de tam da bu. Vereceği kararın bu denli hayati olduğunu, bir kararıyla bütün geleceğin yönünü belirleyebileceğini sanması.

İnsanın ‘ya onlar film, gerçek hayatta böyle kararlar yok’ diyesi geliyor. Ne olacağı belli, sen en fazla hızlandıracak ya da yavaşlatacaksın ve bu güne kadar ki kararlarına bakılırsa da hızlandıracaksın gibi görünüyor.