94.Gün…


İşgal tüm kanlı eylemleriyle devam ediyor. İşgalci ve faşist çeteler gazete, parti binası basıyor, sağa sola saldırıp terör estiriyor. Ve aynı güruh terörü lanetliyor. Çocuk katilleri timsah gözyaşları dökerken öldürmeye devam ediyor. İller, ilçeler hayata kapatılıyor.

Amerikan Doları üçlerden dörtlere doğru yol alırken, borsa düşüyor, krediler ödenemiyor, kredi kartları patlıyor. İlinde, yurdunda HES istemeyen köylülere, çalışma haklarını talep eden işçilere polis, jandarma saldırıyor.

Neden?

Öncelikle biliyoruz ki, bütün bunlar zaten faşizmin fıtratında var.

Neden sorusu, ivme kazanmasının zamanına yönelik ve aşağıdaki tweet bir yanıt olabilir.

“Burhan Kuzu @BurhanKuzu 7 Haziran
Evet seçim bitti Millet kararını verdi. Ya istikrar ya kaos dedim; Millet kaosu seçti hayırlı olsun.”

•••

Bugün sözüm ona Mersin’deki Akkuyu Nükleer A.Ş. bünyesinde görev yapan Mersin Bölge Kamu Diplomasisi ve Devlet İlişkileri Bölge Müdürü Faruk Uzel’in geçen hafta sonundaki istifasına değinecektim. Nükleer santralların asla tam olarak güvenli olamayacağını, en son Japonya’da yaşananları da örnek göstererek dile getirmiştik. Evet, pek çok işletme risk taşıyabilir ve tam güvenli olamaz. Bu makul karşılanabilir. Ancak iş, nükleer kirliliğin boyutuna gelince sonuçları itibariyle milyonda bir hata bile kabul edilemez. Hal böyle iken Uzel, projenin içinden biri olarak güvenli olmadığını söylüyor. Yani her şey yolunda giderken bile, kitlesel ölüm riski taşıyan nükleer santral için, içeriden biri bir yığın güvensiz uygulamadan, proje hatalarından söz ediyor. Akkuyu Nükleer Şirketi, belden aşağı vurup Uzel’i tacizci ilan ederek yalanladı, ama iddialarının hiçbirine yanıt vermedi/veremedi. İddialara tek tek yanıt vermek yerine iddia sahibini aşağılayarak savunma vermek; bu bile işin ne kadar hafife alındığının bir kanıtıdır.

Öte yandan, nükleer santralı, LPG tüpüyle denk tutan bir Cumhurbaşkanının olduğu bir ülkede herhangi bir şey güvenli olabilir mi? Alın size bir örnek; okul malzemeleri…

Ay sonunda okullar açılacak. Medyada kimi okul malzemelerinin kanserojen madde içerdiğine dair söylemler var. Yetkililer ne diyor bu iddialara? Ne diyecekler; sadece sokaktan satın almayın, marka alın vs… Tıpkı daha önce tişörtlerde, ayakkabılarda olduğu gibi; satın almayın!
“Peki, sen ne kulağıma oturuyorsun o makamda” diye sormazlar mı?

Sormazlar mı; “Bu ülkenin topu topu kaç gümrük giriş kapısı var? Bu kapılarında gümrük memurların yok mu? Neden bu zehirli, kanserojen malzemelerin ülkeme girmesine izin veriyorsun?” diye.

Diyebiliriz ki; “Bu ülkenin gümrük kapılarının Gökçek’in kapılarından farkı yok. Sadece süs onlar…”

Ama öyle değil işte. İstedikleri zaman sinek bile giremiyor. Sorun yaratan biri mi girecek hemen derdest ediliyor. Ülkene yararlı bir cihaz, bir malzeme mi getireceksin, bin bir soru, bin bir zorluk.

Öyleyse nasıl giriyor bu kanserojen zımbırtılar? Tamamen duygusal…

Eee tamam, nemalandınız, cebiniz de doldu. Ama ne olacak o malzemeleri kullanan çocukların hali? Hiç mi vicdanınız yok?

El cevap: Olmaz mı? Alırız bir masumu kucağımıza, çıkarız halkın karşısına. Bir açıklama patlatırız; “Ölen, insanlığımızdır” diye. Suçlarız medyayı, gazetecileri, paraleli onu bunu, biz yamuklar her daim düze çıkarız vesselam... Vicdana gelince, cebimizde her zaman bir miktar gözyaşı saklarız, gün gelir lazım olur diye. Son zamanlarda da çok lazım oluyor netekim. Ahh! Netekim dedim, rahmetli beni andı, toprağı bol olsun!

Güvensiz/ tehlikeli santrallar inşa ediliyor. Güvensiz/ kanserojen mallar ülkeme sokuluyor. Güvensiz/ zehirli gıdalar her gün, her yerde insanlara yediriliyor.

Santrallar güvensiz, yiyecekler, giyecekler güvensiz.

Sokaklar, caddeler, işlikler, hatta evlerimiz güvensiz. Her yer güvensiz.

Ama bugün sadece savaştan, ölümlerden söz ediyor, uzakta olan barışı konuşuyoruz.

Gözümüz sadece kanı görüyor. Kan her şeyi örtüyor.

“İyi, güzel” diyor işgalci. Ellerini ovuşturarak, tıslıyor; “Madem ki kan her şeyi örtüyor, o zaman daha çok kan, daha çok kan…”