Yarattığı politik sonuçlarla birlikte, Maltepe Mitingi’nin milyonlarla ifade edilecek büyük buluşması AKP’nin kitle ölçeğini aştı. İktidar 15 Temmuz’da muhalefetin bu politik etkisini İslamcı-milliyetçi seti yükselterek kırmaya ve kitlesel anlamda da aşmaya çalıştı. Ancak, ülkenin artık bu atmosfer içine hapsedilmesinin mümkün olmadığı bir kez daha görüldü

Daha etkili daha inisiyatifli bir muhalefet

15 Temmuz’un birinci yılını geride bıraktık. AKP, ülkeyi 15 Temmuz atmosferi içine hapsetti. Bunu diri tutmak rejim inşasının can damarı haline geldi. 15 Temmuz gösterileri ayrıca Adalet Yürüyüşü atmosferini de dağıtma noktası olarak görüldü. Hazırlıklar, devlet ve medya eliyle yürütülen propaganda da bu yöndeydi. Ancak, bu imkanlara rağmen Adalet Yürüyüşü ölçeğini aşacak ve etkinliğini kıracak bir hareketin ortaya çıkmasının zor olduğunu önceden de ifade ediyorduk, sonuçta da öyle oldu. Ortaya çıkan bu tablo iktidar ne kadar ülkeyi 15 Temmuz içinde tutmaya çalışsa da artık siyasetin referandum ikliminde ilerlediğini gösteriyor.

•••

Referandumda, AKP’nin devlet imkanlarına dayanan propagandasına rağmen, bir toplumsal hareketlilik yaratma kapasitesinin giderek sınırlandığını ortaya koymuştu. Bunun karşısında ise siyasal İslamcı rejime karşı toplumun her kesiminden yükselen tepkinin ve aşağıdan inisiyatifle gelişen bir dip dalgasının varlığı güçlü biçimde ortaya çıktı. AKP’nin etki alanındaki kitleler içinde de etkili olan HAYIR çizgisinin 15 yıllık dönemin sonunda ilk kez siyasal islamdan daha büyük bir potansiyeli temsil ettiği, 16 Nisan akşamında da –tabela hile ile değiştirilmiş olsa da- herkes tarafından görüldü. Referandumun bu ikiliğinin bir yanı Adalet Yürüyüşünde kendini bir kez daha ortaya koydu. Yarattığı politik sonuçlarla birlikte, Maltepe Mitingi’nin milyonlarla ifade edilecek büyük buluşması –yine havuz medyası ve devletin sayı hileleriyle küçültme çabalarına rağmen- AKP’nin kitle ölçeğinin aştı. İktidar 15 Temmuz’da muhalefetin bu politik etkisini İslamcı-milliyetçi seti yükselterek kırmaya ve kitlesel anlamda da aşmaya çalıştı. Ancak, ülkenin artık bu atmosfer içine hapsedilmesinin mümkün olmadığı bir kez daha görüldü. Adalet Yürüyüşü ve 15 Temmuz gösterileri sonunda güç-güçsüzlük dengesinin değiştiğini ve AKP ölçeğinin aşılmaya başlandığını teyit etti. Siyaset bu yeni denge üzerinden ilerlemeye devam edecek.

•••
daha-etkili-daha-inisiyatifli-bir-muhalefet-324493-1.
Bu haftaki önemli gelişmelerden birisi de Almanya krizi oldu. AKP’nin referandumdaki çıkışlarından farklı olarak, sürtüşmenin ötesinde bir krizden söz edilebilir. Bu anlamda ortaya çıkan durumu, Almanya seçimleri öncesinde –Erdoğan’ın referandumdaki çıkışlarına benzer- iç siyaset hamleleriyle sınırlı görmek yanlış olur. Kuşkusuz bu tür iç siyaset dengelerinin, Erdoğan’ın Avrupa’nın sabır taşını çatlatan çıkışlarının da etkisinden söz etmek mümkün olsa da krizin kodlarını Almanya Dışişleri Bakanı S. Gabrial açık biçimde ifade etti. Bu konuşmada, Türkiye –daha doğrusu rejim- ‘sermaye güvenliğini tehditle’ ve ‘NATO değerlerinden uzaklaşmakla’ tanımlandı. Bunun bir ‘devlet politikası’ olduğunun da altı çizildi. Krizin ne tür ekonomik ve siyasi sonuçları olacağından önce, Almanya’nın –dolayısıyla da Avrupa’nın- bir devlet politikası olarak AKP rejimini uluslararası sistemin dışına doğru yöneldiğinin ifade etmesi meseleyi geçici olmanın ötesine taşıyor. AKP, uzun zamandır ABD ve Avrupa ile çelişkilerle birlikte düşük yoğunluklu bir ilişkilenmeyi tercih ediyor. Sistemin dışına çıkmadan –Rusya ve Körfez ilişkileriyle- yarattığı manevra alanlarıyla özel bir alan yaratmaya çalışıyor. Bu iç siyasette yönelik müdahalelerin ötesinde siyasal İslamcı rejimin inşasının ancak bu basıncın dışına çıkma/hafifletme ile gerçekleşebilmesine ilişkindir. Almanya’nın kriz çerçevesi ise iktidarın bu manevra alanını daraltma ama daha önemlisi rejimi konumlandırma anlamında Türkiye açısından önemli sonuçları olabilecek bir gelişmedir. (Biriken bu çelişkilerin ve manevra alanlarında yaratılan ilişkiler kümesinin aynı zamanda iktidar güçleri içinde de iç mücadele ile de bütünleşerek gelişecektir.)

•••

İçerde ve dışarıdaki bu çelişkiler uzun zamandır yaşanan krizin yeni görünümleridir. Siyasal İslamcı rejim hakim hale geldi ancak kurumsallaşamıyor. AKP, krizi şimdiye kadar kitle gücüne dayanarak ve seçimlerde geçici olarak kontrolü ele alarak gerçekleştirdi. Anayasa değişikliği ile birlikte daha kalıcı bir moment yakalama çabasının da gerçekleşmediği, hatta güç dengesinin tersine doğru evrildiği bu uğrak krizi daha da belirginleştirdi. Krizin biriktirdiği çelişkiler içindeki büyük kırılma, referandumdan 2019’a –ya da erken 2019’a- taşınmış durumda. Saray, Bahçeli ittifakıyla bugün kurduğu İslamcı-milliyetçi seti yükselterek, devlet içinde daha konsantre bir çekirdek oluşturarak ve tüm kriz dinamiklerini bu hattı kuvvetlendirmenin vesilesi kılmaya çalışarak bu süreci aşmaya çalışacaktır. 2 yıldır yoğunlaştırılan bu hattın belli sınırlara geldiği, siyasal İslamcı rejim içi çelişkilerin de biriktiği ve Akşener’de ifadesini bulan bir sağ-merkez arayışların toplumsal bir zemine oturduğu da bir başka gerçek. Muhalefet hareketinin belli yönleriyle değişmeye başlayan bu siyasal tabloya uygun yeni politikalar geliştirmesine ihtiyaç var.

•••

Bu tablonun en belirgin sonucu toplumun büyük bir bölümünün değişim talebi olarak öne çıkıyor. Buna nasıl yanıt verileceği muhalefet hareketinin de temel sorusudur. Adalet Yürüyüşü sonrasında bu konuda farklı uçların oluştuğu görülüyor. Bir yanıyla steril bir karşı konumlanmadan söz etmek mümkünken diğer yanda da -7 Haziran seçimleri öncesinde de gündeme gelen yaklaşıma benzer bir biçimde bu kez- CHP’yi merkeze alarak ve tüm muhalefeti CHP içinde konumlanmaya dönük tartışma gündeme geliyor. (E.Yıldızoğlu, Cumhuriyet’te İngiltere’de İşçi Partisi örneği üzerinden ‘momentum hareketinin’ İşçi Partisi’nin parçası olduğu aynı zamanda da özerkliği korumaya devam ettiği bir ilişkilenmenin CHP üzerinden düşünüleceğini yazdı.) Kuşkusuz muhalefet hareketinin ilişkilenmesi ve koordinasyonu noktasında ihtiyaçtan söz etmek mümkün. Ancak bunun ilerisinde çözümü sonunda kendi dışındaki güçlerin etkinliğinde aramak solu, toplumun bu arayışı karşısında özne olmaktan çıkartan bu tür yaklaşımlar sonunda siyasal İslamcı rejimden gerçek bir çıkış kapısını da kapatmak anlamına geliyor. Geçtiğimiz dönemlerdeki her kritik eşikte de eksikliği görülen temel nokta tam da HAYIR diyen milyonların sol bir seçenek yoksunluğunda mecburi istikametlere yönelmesiydi. Sol toplumsal muhalefetin önündeki en temel görev bunun aşılması olmalı. Bu noktada altı çizilmesi gereken noktalardan birisi de CHP’yi de sol politikaya doğru çekecek ve rejim sınırlarına doğru ilerletecek –ve Adalet Yürüyüşü ile bunun başlangıcına neden olan- temel faktörün kendi dışındaki bağımsız bir solun etkinliğidir. Bu bakımdan, krizin derinleştiği koşullarda toplumun değişim talebine karşılık verebilecek ve kritik uğraklarda seçeneksiz bırakmayacak bir politika ile önümüzdeki süreçte etkili olabilmek mümkündür. Bu aynı zamanda siyasal İslamcı düzen karşısında gerçek bir seçeneğin yaratılmasının da ön şartıdır. Böyle bir alternatifin olmadığı koşullarda meselenin Ahmet gitsin Mehmet gelsin darlığının ötesine geçebilmesi de mümkün olmaz.

•••
Bu anlamda toplumsal muhalefetin bu büyük kırılmaya doğru etkili bir direniş hareketi ve seçenek oluşturulmasını temel alan yeni politikalara ihtiyaç var. Pek çok şeyin değiştiği koşullarda aynı yerde kalarak bu başarılamaz. Önümüzde zor olduğu kadar pek çok imkanı da barındıran yeni bir mücadele dönemi var. Politikleşmenin bu denli yükseldiği, halkın kendi inisiyatifinin öne çıktığı ve düzen sınırlarının dışındaki mücadele zeminlerinin zorunlu olarak öne çıktığı dönemde daha yaratıcı, daha etkin, daha inisiyatifli ve kendini bağımsız güç olarak hissettiren bir muhalefet ihtiyaç… Şimdi bunu başarmalıyız…