HDP’ye açılan “Kapatma Davası” üzerine ne kadar yazı yazsak eksik kalıyor. Kürtlere bir türlü sevgiyle bakan yönetim kadrosu ülkenin başına gelemiyor. Yönetim kadroları yaşlanıyor gidiyorlar ama uygulamalar baki kalıyor. Daha özlü ifade edersek; zalimler gidiyor, Kürtler kalıyor!!!

Aşağıdaki yazı benzeri kaç köşe yazdığımı hatırlamıyorum. En sonuncusunu 4 Haziran 2018’de yayımlamıştım:

Ankara’nın en iyi gazetecilerinden olan Fikret Bila 1990’lı yıllarda yapılacak seçimler hakkında genelkurmay başkanlığı koridorlarında paşaların nabzını tutuyordu.

Bir üst düzey yetkili, komuta kademesinde var olan “kaygıyı” dile getiriyordu. Üst düzey yetkili “sistem partileri” diyordu:

-Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine çok zayıflar. Sandıktan çıkmaları zayıf. Bölge halkı (Kürtler) kendi partilerine oy verme konusundaki sadakatlerini sürdürüyorlar.

Bu konu genelkurmay karargâhında büyük bir kaygıya neden oluyordu. Kürtleri bu çizgiden vazgeçirmek için neler yapmamışlardı ki? 1980 Eylül darbesinden itibaren annelerinden emdikleri sütü burunlarından getirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardı.

Fakat olmamıştı. Kürtler 12 Eylül’den sonra daha fazla Kürt olma yoluna sapmışlardı.

Genelkurmay paşaları 1990’larda hâlâ Kürtlerin sistem partilerine karşı olan “soğukluğunu” çözememiş olmanın sıkıntısını yaşıyorlardı.

O yıllarda bu konu üzerine bir yazı yazmış, paşaların sandık kaygılarını giderebilecek önerilerde bulunmuştum:

A- Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da sistem partilerine verilen 1 oy iki sayılsın.

B- Kürtlerin oyları da 2 oy 1 oy olarak sayılsın.

C- Olmazsa hiç oy kullanmasılar!

Artık genelkurmayın sandık, seçim, oy kaygılı paşaları gittiler. Vesayet rejimi bitti. Fakat genelkurmay paşalarının bölge halkı konusundaki oy kaygıları olduğu yerde duruyor.

Şimdi “Kürtlerdeki inatçı sandık refleksi” AKP’yi ve onun (askerlerden daha asker) liderini kaygılandırıyor. Askeri vesayete karşı mücadele etmiş, Avrupalı liderlerin başını döndüren “demokrat Erdoğan” için başkası söylese “Haksızlık ediyorsun” denilecek tanımlamayı bizzat kendisi yapmıştı:

-Ben paşaların da paşasıyım!

Hakikatten de bu konuda “ciddi” olduğunu gösterdi. Genelkurmay’ın gelmiş geçmiş bütün paşalarını geride bıraktı.

Demokrat Erdoğan’dan paşaların paşasına terfi eden AKP lideri HDP’nin oy potansiyelini etkisizleştirmek konusunda bir hayli hizmet üretti.

Seçim, sandık ve oy oranlarını kendisi için demokrasinin altın ölçüleri olarak ilan ettikten sonra Kürt seçmenlerin sandık tercihlerini silip atan, seçilmiş belediye başkanlarını seçim sonuçlarını bile beklemeden görevden alarak nasıl Paşaların Paşası olunacağını gösterdi.”

Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün paşalar ve onlarla uyum içinde Türkiye’yi yönetenler Kürtlere “kuşkuyla” baktılar. Üzerlerinden baskıyı hiç ama hiç eksik etmediler. Ama ne yapsalar olmadı. Kürtleri iradeleri dışında davranmaya razı edemediler. Yani teslim alamadılar!

Belediyelerine el koydular, önderlerini hapislere attılar, partilerini kapattılar. Şimdi yine aynı çıkmaz sokağa girdiler. Milletvekillerinin neredeyse tamamının dokunulmazlıklarını kaldırmak için fezlekeler hazırladılar. Siyaset yasakları kapatma davasının içine konuldu.

Hepsini yapanlar, yapılanları sükûnet içinde izleyenler gayet rahat biçimde soruyorlar:

- Bu Kürtler daha ne istiyorlar?

Hakikaten de öyle… Ülkenin bütün hapishaneleri Kürtlere kucak açmış durumda… Milyonlarca liraya inşa edilmiş gösterişli adliyelerde ağır ceza mahkemeleri istemedikleri kadar mahkûmiyetler veriyorlar.

Bu şaheser(!) hizmetleri sunanlar acaba kendi kendilerine soruyorlar mı:

-Daha kaç Kürt partisi kapatacağız?