“…Buranın birkaç adım ötesinde, insanlar domuzların bile barınamayacağı barakalarda yaşıyor. Helal bir kâğıdın üzerinde, helal bir mürekkeple yazılmış bu not, bugün nasıl da tekellerin insafına kaldığımızı size göstermek içindir… Yaşadığınız günlerde, geçmişte ve bugün ekonomik özgürlükler için mücadele eden ajitatörler sayesinde tekellerin sahibi siz olacaksınız. Bizimle karşılaştırılınca siz daha mutlu varlıklar olacaksınız…”
Liverpool liman işçisi Jim Larkin, 1904 yılında, Kralın yeni Anglikan kilisesinin temel atma töreni öncesinde, geleceğin işçilerine hitaben yazdığı bu notu kilisenin temel taşına gömmüştü.

Tenekeden “zaman kapsülüne” saklanan not, Paul Mason’ın, Gözde Orhan ve Mehmet Ertan’ın çevirisiyle Yordam Kitap’tan yayınlanan “Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek” adlı kitabıyla bize ulaştı.

İngiliz gazeteci Paul Mason kitabında işçi sınıfının öyküsünü anlatırken, 1800’lerdeki ilk fabrika grevlerinden 1930’larda faşizmle mücadelesine dek dünya emek tarihinin nasıl birbirine geçtiğini gösteriyor.

“Hüznü ve neşesiyle, yenilgisi ve başkaldırısıyla bir sınıfın öyküsü...” diye tanıtılan kitaptaki, bugünün işçilerinin maruz kaldığı koşullarla, kendilerinden önceki kuşakların yaşadıkları ve direnişleri arasındaki benzerliklerin oluşturduğu tarih anlatısında, Lyon dokuma işçileri, Paris Komünarları, 1 Mayıs’ı yaratan Amerikan işçileri, Birinci Savaşı durdurmaya çalışan Alman metal işçileri, İtalya’da işçi konseyleri, Çin işçi sınıfının doğuşu, Yahudi işçi örgütü Bund inceleniyor.

“Yeni küresel işgücünün yaşamlarını belgelemek için, iş güvenlikleri yeterli olmadığından sakatlanmış engelli Çinli işçilerle tanıştım; çalışma koşulları benim dedemin kuşağının bile hoşgöremeyeceği kadar kötü olan Bolivyalı madencilerle tanıştım; Hindistanlı tekstil işçileriyle tanıştım, onlar ürettikleri spor elbiselerin üzerindeki markaları biliyorlardı ama patronlarının kim olduğunu veya kendilerine ne zaman ödeme yapılacağını bilmiyorlardı.”
Paul Mason, kitabı yazmaktaki amacının, “mücadeleden ders çıkarma vaazları vermek olmadığının” altını çiziyor: “Amaç, içinde yaşadığımız dünyanın tarihinin ilk bakışta nasıl da bölük pörçük, çözülmemiş göründüğünü ve onu anlamlandırmak için bir adım atıp geriden bakmamız gerektiğini göstermek.”
Londra’da Somalili, Kürt ve Brezilyalı göçmen işçilerin, 100 yıl önce aynı sokaklarda yaşayan İrlandalı ve Yahudi göçmenlerinkine benzer bir savaş verip üstelik galip geldiklerinden habersizce, yatırım bankalarında sendikalaşmaya çalıştıklarını anlatan Paul Mason, tarihin sınıfa aktarılmasına katkı yapmak için bu işe koyulmuş.

Tıpkı bugün memleketimizde “çalışarak ölen ya da direnerek yaşayan” işçilerin yazdığı tarih gibi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin “Türkiye ve Ankara 2019 Yılı İş Cinayeti Raporu”na göre, Türkiye’de 2019 yılında bin 736 kişi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti: “Uzun saatler ve aşırı çalıştığımız için ölüyoruz, kayıtdışı ve güvencesiz çalıştığımız için ölüyoruz. Yeterli beslenemediğimiz ve sağlıksız yerlerde barındığımız için ölüyoruz, kâr hırsı yüzünden ölüyoruz, örgütsüz olduğumuz için ölüyoruz.”

Başka işçiler ise İstanbul’da, Aydın’da, Sakarya’da, Bursa’da sadece ölmemek için değil insanca yaşamak için de direnişte.

Şimdi heykeli Dublin’de dikili olan liman işçisi Jim Larkin’in bahsettiği gelecek henüz gelmemiş olsa da Hindistan’da greve çıkan 250 milyonun taleplerinin tüm coğrafyadakilerle aynı olması, ileride “daha mutlu varlıklar” olabileceğimize dair umut veriyor.

cukurda-defineci-avi-540867-1.