Daphne du Maurier’in “Rebecca”sı, “Dün gece rüyamda yine Manderley’deydim” diye başlar. Anlatıcımızın ilk cümlesi… Kitap (ve filmler) boyunca adı açıklanmayan genç, çekingen, deneyimsiz bir kızdır bu. O kendisini şöyle anlatır: “Kısa, düz saçlar, gençlik dolu, pudrasız bir yüz, bol bir manto ve etek, kendi eserim olan bir süveter; Bayan Van Hopper’ın peşinden ürkek, huzursuz bir tay gibi giden bir genç kız.” Sonra da çok sevdiği karısı Rebecca ölmüş olan Max de Winter’in (Lord Laurence Olivier) peşine takılıp adamın evi Manderlay’e gidecektir huzursuz tay.

“Rebecca”nın ilk cümlesi gibi hatırladığım bir ilk cümle daha var: “Eskiden katilleri

Dörtyol ağzında asarlardı.” Bunu da bir anlatıcıdan duyuyoruz. Ama bu sefer adını bildiğimiz bir anlatıcıdan, Philip’den. Bir küçüklük hatırası, amcası Ambrose’la beraberken. Yıllarca ona oğlu gibi bakacak, derken Floransa’ya gidecek, orada âşık olup sonra da ölecek Ambrose.

daima-rebecca-827913-1.“Rebecca”nın (Bir tanesinin adı da Türkçe’ye çevrilmiş: Rebeka) sayıları 10’u bulan sinema filmi, TV yapımı ve radyo programı uyarlaması var. “My Cousin Rachel/Kader Yolcuları”nın ise bir TV dizisi, benim bildiğim iki de filmi. Yeni olanı, 2017 yapımı, Roger Michell yönetmiş. Rachel’ı da Rachel Weisz oynuyor. Bizim asıl hatırladığımız ise, Henry Koster’in yönettiği, 1952 tarihli film. Senaryosunu Nunnally Johnson yazmış. Rachel’ı sonradan 104 yaşına kadar yaşayan Olivia de Havilland oynamış. Ona âşık mı olsun, amcasının katili olduğundan şüphelendiği için nefret mi etsin bilemeyen büyümüş Philip’te Richard Burton’ı izliyoruz. İşin hoş tarafı, “Rebecca”yı da Miss Havilland’ın onun gibi Oscarlı aktris olan ve neredeyse ömür boyu dargın kaldığı kardeşi Joan Fontaine oynamıştı. Filmin Oscar adayı senaryosu da Robert E. Sherwood’a aitti.

Bu kitapları ilk okuduğumda, ilkokulda, 4 ya da 5’te olmalıyım. Babamın kitaplarını yazarların soyadı sırasına göre yerleştirir, defterlere de sırayla yazardım. (Henüz kartları keşfetmemiştim). Dauphne du Maurier’i, psikolojik gerilimlerini, tarihi maceralarını severdim. Sonra hepsinin filmlerini de gördüm. Ama hikâyelerini bir araya getiren bir kitap yoktu. Olsaydı “Kuşlar” (Alfred Hitchcock) ile “Don’t Look Now”a (Nicolas Roeg) o kadar hazırlıksız gitmezdim.

Gerçi hem kitapları, hem sinemayı (artık mecburen bazı TV dizilerini de) sevenlere gene de kurtuluş olmuyor. Çünkü kitap finalleri hemen hemen hepsinde az-çok değişmiş halde. Daphne du Maurier de yönetmenlerin bu yaratıcılık hevesinden kendini kurtaramamış.

Peki, durduk yerde sevgili yazarımla kitabı Rebecca nereden aklıma geldiler? Eh, durduk yerde gelmediler tabii. İthaki Modern’den Levent Göktem çevirisiyle “Rebecca” çıkmış. 500 sayfaya yakın bir kitap. Oysa ben çocukluğumun “Rebecca”sını (sonradan da okudum ya) daha ince sanıyordum. Demek hurufat küçükmüş ama gözlerimiz de sağlammış. Du Maurier’nin ve ondan neredeyse bir asır önce “Beyazlı Kadın”, “Ay Taşı” gibi kaliteli kitaplarıyla zaman zaman Cinayet Masası programına dâhil ettiğim bir başka İngiliz yazarın, Wilkie Collins’in kadrini kıymetini bilmekte fayda var. Polisiye ile yakın ilişkileri olan yazarlardır, ayrıca iyi yazarlardır. Sanatkâr bir ailenin çocuğu olan Daphne du Maurier’e Sir Alfred Hitchcock’ın da kefil olacağından eminim. Ne de olsa onun kitaplarından “Rebecca”, “Jamaica In/Kanlı Meyhane” ve hikâyesi “Birds/Kuşlar”ı sinemaya o uyarlamıştı. Du Maurier ise içlerinde en çok, aynı adlı kısa hikâyesinden Nicolas Roeg’ün uyarladığı ”Don’t Look Now/Karanlığın Gölgesi”ni beğenmişti derler. Doğrusu tamamen aynı fikirdeyiz. Gerçi üstat Roeg, uyarlarken epeyce de değişiklik yapmış. Ne yazık ki iki hikâyeyi de okumadım.

Atilla Dorsay’ın da “Milliyet Sanat”taki bir Rebecca yazısıyla andığı Daphne du Maurier karmaşık bir hayatı olan, ilginç bir kadındı. Yazdıkları okumaya değer, Collins’inkiler de. 1940 yapımı “Rebecca”, aynı zamanda İngiltere’den ABD’ye giden Alfred Hitchcock’ın yeni ülkesindeki ilk filmiydi. On dalda Oscar’a aday oldu, En İyi Film ve Görüntü Yönetmeni ile (George Barnes) ödülü aldı. Bulursanız mutlaka izleyin…