Ahmet Say’ı, Ahmet ağabeyi yitirdik. O ülkemin önemli aydınlarından biriydi. Ama bunun ötesinde bir boşluk hissi benim için onun bu dünyadan göçtüğünü bilmek. Kimileri onu sadece bu ülkenin Fazıl Say gibi büyük bir sanatçıya kavuşmasının arkasındaki uzun ve emek emek ilerlenmiş yoluyla tanıyabilir. Ama bundan çok fazlasıdır Ahmet ağabey. Yazdıkları kadar yayınlarıyla da çileli bir dönemin hafızası; ilerleme, dayanışma ve direniş umudu olmuştur. Bugün artık rastlayamadığımız nitelikte bir düşünce ve sanat dergisi olan Türkiye Yazıları başta olmak üzere sayısız yayın/kitap aracılığıyla kuşakları buluşturmuş, tanıştırmıştır. Bu emeğiyle birikimleri topluma ışık olan nice sanatçı ve düşünürün sesini çoğaltmıştır. İyi bir sosyalisttir. Dayanışma ve emek örgütlenmesi yolunda bu bilinçle Edebiyatçılar Derneği’ni kurmuş edebiyat için aydın dayanışmasını örgütlemiştir. Bilimsel çalışmalarıyla Türkiye müzik tarihine büyük köşe taşı olmuştur. Anlatmakla bitmez.

Ama bunların ötesinde benim için, acısıyla tatlısıyla çocukluğumdan bu yana yaşamımın önemli bir kesiti, benden kopartılan parçamın bu dünyayla kalan son bağı gibi Ahmet ağabey. Bir nedenle Sivas’a gidemediğinde canı kurtulan ama yitirdiklerinin acısıyla kavrulandır. Bu acıyı ve dostlarını belleklerde tutmak için uğraştı senelerce. Haberi aldığımda içimde tarifi zor bir şeyler oldu. Bir yandan yaprak bile kıpırdamayan havada fırtına öncesi büyük sessizlik ve ağırlık, öte yanda “ormanların gümbürtüsü”…

Ahmet ağabeyim, can dostumun babası bizimle değil artık. Fazıl sevgili babası için babamların yanını istemiş. Yanında yoldaşlarıyla yatacak. Üzerlerinde güller, göklerinde yıldızlar olsun.

Fazıl Say muhakkak olağanüstü yeteneği ve dehasının yanında çalışkan karakteriyle sanatını icra ederken büyüyecek, hak ettiği yere ulaşacaktı. Ama onun ülkesinin gerçeklerini kavrayan, acılarla dolu geçmişinin, bedellerle dolu aydınlanma mücadelesinin, nice kültür zenginliğinin bilinciyle yetişmiş bir sanatçı, duyarlı bir aydın olması Ahmet Say’ın evladına aktardığı yaşamla mümkün olmuştur. Ahmet Say‘ın devri Fazılımızın benliğinde, güzel yüreğinde ve notalarında daim olacak, bizimle kalacak.

Bir başka can dostum Canan Kaftancıoğlu, Ahmet Say’ı uğurlarken Fazıl Say’ın omuz başındaydı. Dönüş yolunda öğrendi hakkında 10 yıl evvel attığı tweet’ler nedeniyle talimatla verilen ağır cezanın onandığını. Ahmet Say’a bir aydın olarak bedel ödeten, bu ülkenin sanatçılarını, aydınlık fikirlerini, Ahmet Say’ın yol arkadaşlarını ateşe veren, Köy Enstitülerini kapatıp oradan yetişen Ümit Kaftancıoğlu’nu nice aydınımız gibi öldürten, Gezi’yi yargılayan, nice zulüm için iz mağdurların yanında olan avukatları hapseden, katilleri kutsayıp suçsuzları siyasi hesap için mahkûm eden anlayış aynı. Yıllar öncesinden gelen gericilik ve kötülük geleneği tek hedefi sarayın saltanatını sürdürmek olanlara malzeme olmaya devam ediyor. Ahmet Say da Bingöl’de öğretmenlik yaptığı yıllarda Kaftancıoğlu gibi türküler, masallar, destanlar, halk öyküleri derlemişti. Onu Ümit Kaftancıoğlu ya da en yakın dostlarından Metin Altıok gibi kara bir sondan koruyan bir kültür şenliği için davetli olduğu Sivas’a son anda gidemeyişidir. Aynı karanlık onu 12 Mart sonrası tutsak etmiş, 12 Eylül’de ev baskınlarıyla sınayarak kitaplarını oğlunun piyanosuna saklamak zorunda bırakmıştır. Fazıl Say’ın Sivas acısıyla bestelediği büyük esere Kültür Bakanı talimatıyla sansür uygulayıp yasak getiren, böyle bir emeğin tüm dünyada sadece bir kez çalınarak tarihe bir utançla geçmesini sağlayan anlayış hiç yanıltmaz. Klasik müziği halk ezgileriyle buluşturarak, dünyaya bu ülkenin renklerini, enstrümanlarını da tanıtan Fazıl Say gibi bir dünya sanatçısını mahkeme kapılarında süründüren, böyle bir sanatçının eserlerini CSO repertuarlarından çıkartan, ona sanatının icrasında türlü zorluklar çıkartan, toplumla en kuvvetli bağını kopartmak için sahnelerden uzak tutmak isteyen zihin ve amaç aynıdır. Bildikleri yöntem de beslendikleri nefret de öyle.

Kendi kültürel iktidarını yaratamayanlar sadece baskı, şiddet bilirler. Böyle korkutamadıklarını da pekâlâ bilirler ama başkasına yetecek birikimleri yoktur, öğrenemezler. Korktukça, köşeye sıkıştıkça aynı yöntemlerle çırpınırlar. İlkeli ve saygın insanları, sanat ve sanatçıları böyle yıldıramayacaklarını; hatta bu zulmün dalga dalga unutulmaz isimleriyle bu aydınların arkasında büyüyeceğini anlayamazlar. İşte Ahmet Say böyle bir aydındı. Benim Ahmet ağabeyimdi ama o toplumun şah damarlarından biriydi.

Nâzım Hikmet’in 120. Doğum yılında ustayı yitirdiğimiz 3 Haziran’a değin Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı öncülüğünde #NazımŞiirleriSöylüyoruz etiketiyle birbirimize şiirler gönderiyoruz. Kaftancıoğlu kararından iki gün önce -sanki bilir gibi- sevgili yoldaşım Canan’a seslenmiştim;

“Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.”