Nitesh Tiwari’nin yönettiği ‘Dangal,’ ideolojik olarak çok sakat bir film. Ama bence bu haftanın en iyisi. Bir defa bilmediğimiz topraklarda geçiyor ve iyi bir ticari sinema örneği. Şans verilebilir

Dangal: Babalar ve kızlar

Bu hafta sinemalarımızda çok ender görülen bir durum var. Bir Hint filmi gösterimde. Hindistan sineması dünyanın en büyük ikinci sineması. Birincisi tabii ki Amerikan sineması; bir zamanlar üçüncüsü de Türk sineması idi. Hindistan sineması denilince akla Bollywood gelir ama Bollywood sadece Mumbai’de yapılan sinemanın adıdır. Hindistan’da Tollywood da vardır, başka wood’lar da. Endüstri sadece bir şehirde yoğunlaşmış değildir. Tabii bağımsız Hint sineması da vardır, Satjajit Ray gibi büyük ustalar çıkaran.


Bu hafta gösterime giren Dangal (güreş turnuvası demekmiş), Hint sinemasının gelmiş geçmiş en çok gelir getiren filmi ünvanını kapmış durumda. Film, uzun süresine rağmen (Hint sineması için 3 saate yakın bir süre çok normal) akıyor, sıkmıyor, kendisini seyrettiriyor. Başrol oyuncusu Aamir Khan (ne zaman Khan adını görürseniz anlayın ki o kişi Müslümandır) Hint sinemasının en büyük oyuncularından biri. Yönetmen Nitesh Tiwari ise yetenekli bir ticari filmler yönetmeni.

Filmde, iki kızını güreşçi (filmde 'pelvan' olarak geçiyor) olarak yetiştiren bir babanın hikâyesi anlatılıyor. Mahavir Singh Pogat (Aamir Khan) geçmişinde büyük başarılar kazanmış ama uluslararası alanda ülkesine bir altın madalya kazandıramamış bir güreşçi. Bir oğlum olsa da onu güreşçi olarak yetiştirsem diye düş kuruyor ama kader ona 4 kız çocuğu veriyor. O da iki kızını, onların istekleri hilafına zorla güreşçi olarak yetiştiriyor. Kırsal bir yörede kızların güreş yapması görülmüş şey değil. Kızlar dışlanıyor, dalga geçiliyor. Baba bir de kızların saçlarını erkekler gibi kısa kesiyor. Amma velakin babayı hemen affediyoruz. Neden? Çünkü, güreşçi olmasalar kızlar 15’inde evlenip çoluk çocuğa karışacaklarmış. Sanki başka bir yol yok gibi bir şey söylüyor film. Babalarının da kabul edebileceği başka bir yol olmadığına ikna olan kızlar da kaderlerini kabul ediyorlar. Oysa film bize şunu da söylemiyor hiçbir yerde: Babanın derdi kızlarını erken bir evlilikten kurtarmak, onları bağımsız bireyler haline getirmek. Babanın tek derdi var, o da kendi uzantısı olarak gördüğü kızlarına madalya kazandırmak. Onları, bireyler olarak görmüyor hiç. Olsun biz de yiyoruz hemen. Hem ortada milli bir dava da var! Ve babanın derdi kızları bireyler haline getirmek olmasa da, yine de bu yönde yol almalarına katkısı oluyor.

Kızlardan Geeta, büyüyüp de ulusal güreş takımının kampına katılınca, korkunç bir şey oluyor. Kız kadınlığını keşfediyor! Oje sürüp, dizi film izliyor! Ve tabii başarısızlık ardından geliyor hemen. Kim ki 'baba'nın sözünden çıkar, artık o lanetli biridir. Baba her şeyin doğrusunu bilir! Bu filmin feminist bir mesajı olduğunu sananlar varmış diye duydum.

Filmin spora yaklaşımı da sağlıksız. Birinci her şeydir, ikinci hiçbir şey değildir! Sporun sağlıklı bir yaşamla filan hiç ilgisi yoktur. Olay tamamen yarışmacılıkla, milliyetçilikle ilgili bir şeyden ibarettir. Birincinin iyi ve güzel olması için ikinci kötü ve çirkin olmalıdır bu tür filmlerde ve öyledir de.

İdeolojik olarak çok sakat bu film yine de bence haftanın en iyisi. Bir defa bilmediğimiz topraklarda geçiyor ve iyi bir ticari sinema örneği. Şans verilebilir.