Danıştay’da yargı bağımsızlığı yerle yeksan edildi

Mustafa KARADAĞ
Eski Yargıçlar Sendikası Başkanı

10 Mayıs günü, Danıştay binasında sessiz sedasız bir toplantı yapıldı. Çok konuşulmadı, üzerinde durulmadı ama yargının geleceğine dair düşüncelerin ifade edildiği tarihi bir toplantıydı.

Danıştay’ın 154’üncü kuruluş yıldönümü töreninde ilk kez, aynı zamanda iktidar partisi genel başkanı olan Cumhurbaşkanı konuştu. Onca yıldır oluşan geleneğin aksine savunmayı temsil eden TBB Başkanı konuşma yapmadı.

İlk konuşmayı yapan Danıştay Başkanı’nın, sık sık ve sadece Cumhurbaşkanı’na hitap etmesi yanında, geçmiş Ramazan Bayramı’nı tebrik edip, “adaletin Allah’ın emri olduğuna işaret etmesi” Anayasa’nın laiklik ilkesinin açık ihlali niteliğindeydi. Ayrıca, darbe Anayasası olarak nitelediği Anayasa’nın, çağdaş hak ve özgürlükler iddiasında değil, bu çerçeveyi zaptı rapta alan olarak değerlendirip, hemen arkasından bu Anayasa’nın, hukuk ve demokratik zemin dışında iktidar ve güç arayışında olan oluşumlara imkân ve cesaret veriyor tespitini yapması, arzu edilenin mevcut rejimi koruyan bir Anayasa değişikliği olduğunun bir itirafıydı.

ANAYASA’NIN İHLALİ

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı ise konuşmasında, “Dünyanın her yerinde siyaset, tabiatı icabı alanını genişletmek ister. Sürekli sınırları zorlar. Siyasetin etki alanlarını genişletme çabalarına yargı alanı da dâhildir. Hatta en başlarda gelir. Sanmayın ki bu sorun Türkiye’ye mahsustur. Ülke yönetimine geldiğim günden beri Türkiye’nin hukuk devleti kimliğini yüceltmenin mücadelesini veriyorum. Bu ülkede hiçbir savcının, hiçbir hâkimin, hiçbir yargı mensubunun, hukuk ile bağdaşmayan herhangi bir yaklaşımla karşıma gelmesini, taleplerimi hukuk dışında bir süzgeçle değerlendirmesini doğrusu istemem” dedi.

Demokrasi, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ilkeleri bakımından ciddi tehlike arz eden bu sözler, hiç kimsenin dikkatini çekmediği gibi Cumhurbaşkanı’nın Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde konuşmasının dahi tek başına bir Anayasa ihlali olduğunu görmedi. Öyle ki, programda Danıştay Başkanı’ndan başka bir yargı temsilcisine, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın konuşmasına yer verilmemesinin özgür ve bağımsız bir savunmanın istenilmediği ya da savunmanın görmezden gelindiği üzerinde de durulmadı.

Cumhurbaşkanı süreci “ben” diliyle anlatırken, Danıştay Başkanı’nın da sadece Cumhurbaşkanı’na hitap etmesi, kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kaldırıldığının bir ifadesidir. Törende dile getirilen hususlarla ilgili olarak çok şey söylemek mümkün, hatta bu tören başlı başına bir çalışmanın konusu yapılmalıdır.

KÖTÜ BİR İRONİ DEĞİL

Aynı zamanda iktidar partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, önce Yargıtay binasının açılışı vesilesiyle adli yıl açılışında konuşması, ardından demokrasi ve yargıya ilişkin aklından geçenleri söylemek için Danıştay’ın kuruluş yıldönümünü seçmesi oldukça açıklayıcıdır. Türkiye’de siyasi iktidar, alanını genişletmiş ve yargıyı kendisine bağlamıştır. Dünyada bir örneği ve literatürde yeri olmayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne göre “yürütme” organının başı olan Cumhurbaşkanı’nın, hâkimlerden “talimatlarını” hukuk dışında bir süzgeçle değerlendirmemelerini istemesi, kötü bir ironi değil, Anayasa’nın 138/2 maddesinin eylemli olarak iptal edildiğinin ilanıdır.

Geçmişteki, ben olduğum sürece çıkamaz, gidemez, bağlamaz gibi sözler ile 12 Mayıs’taki sözler birleştiğinde, Türkiye’nin yargı bağımsızlığı ve demokratik yapısı bakımından çok riskli ve dönülmesi zor bir yere geldiğinin ayırdına varmak ve kamusal bir tartışmaya başlamak bir zorunluluk, görmezden gelmek ise aymazlıktır.

Cumhurbaşkanı’nın Danıştay’daki sözlerinin sedası Yargıtay’dan, Gezi davasını gören mahkemeden, Demirtaş, Murat Arslan, ÇHD’li avukatlar ve amiraller ve benzeri yargılamaları yapan mahkemelerden çok önceden gelmiştir. Yargı örgütlerinin, baroların, bağımsızlığı ve tarafsızlığı içselleştirmiş hukukçuların, demokrasi güçlerinin feveranı, haykırışları boşuna değildir.

Sivil muhalefet durumun farkındadır, artık siyasi partiler cenahındaki muhalefetin de yargı gerçeğini görme, iktidarla HSK pazarlığı yapmaktan vazgeçme, ciddi bir tavır alma zamanı gelmiştir, geçmektedir. Demokrasi elbette kendini koruma yollarını bulacaktır.