Hem ulusal kanallarda hem D-Smart, Digitürk gibi yerlerde gösterilen filmlerin nerdeyse tamamı kontrollü ve belli bölümleri çıkartılmış, flulaştırılmış.

“Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”* ve yansımaları

Prof. Dr. Emine Uçar İlbuğa

Türkiye’de siyasal iktidarlar sansür, denetleme ve yasaklamalarla her daim sanat ve sanatçıların üzerinde baskı uygulamıştır. Ancak son yıllarda ulusal kanallarda yaygın olarak izlenen müzik, eğlence, güldürü programları giderek sınırlandırılmış, geniş yelpazede içerikten mizansene içeriklerin kontrol ve yasakları gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Ulusal kanallar her alanda uzmanların algı yönetimlerini içeren sözde “tartışma programları” ve birbirinin tekrarı dizilerle sınırlı yayınlara indirgenirken, kamusal alanda gerçekleştirilecek olan alternatif konserler, müzik festivalleri ile ilgili yasaklama haberleri art arda gelmeye başladı.

Sinemada sansür konusuna baktığımızda ise yasaklama ve kontrolün neredeyse sinema ile yaşıt olduğunu görüyoruz. Sinemada kontrol ve yasaklar filmlerin yaratım süreçlerinden, desteklenmesine, üretim ve dağıtımından gösterim olanaklarına kadar etki etmektedir. Ve her iktidar kendinden önceki süreçte yaşanan sorunları görünür kılarken, kendi dönemlerindeki baskıyı görünmez kıldıklarını düşünüyor. Hem ulusal kanallarda hem D-Smart, Digitürk ve TRT2’de gösterilen filmlerin nerdeyse tamamı kontrollü ve belli bölümleri çıkartılmış, flulaştırılmış bir şekilde gösteriliyor. Son günlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde Mithat Alam tarafından 1999 yılında kurulan ve Türkiye’de sinemanın akademide kurumsallaşmasında alternatif bir alan yaratan, farklı alanlardan öğrencilerin sinema çalışmalarına olanak sağlayan Mithat Alam Film Merkezi yöneticilerinin görevden alındığı haberleri gündemde. Alternatif sinema ortamının yaratılabildiği ve her alandan sinemaya ilgi duyan öğrencilerin okulu olarak sinema arşivciliğinde önemli bir kurum haline gelen ve hem film gösterimleri, söyleşilerle genç sinemacıları destekleyen hem de sinema yazarlığından, sinema dergiciliğine, yönetmenlikten yapımcılığa kadar geniş bir yelpazede bugünün sinemacılarının yetişmesinde önemli bir rol üstelenen bu merkeze yapılan müdahalenin yasaklanan konserler, festivallerle birlikte değerlendirilmesi gerekiyor. Üniversiteler öğrencilerin hem bilimsel, akademik, mesleki anlamda bilgi ve becerilerini geliştirmelerine hem de sanatsal, kültürel anlamda farklı alanlarda bilgi ve deneyimlerini genişletebilecekleri, kendi ilgi alanlarını keşfetmelerine olanak tanıyan kurumlardır. Ne var ki önce üniversitelerde gelenekselleşmiş hale gelen şenlikler, konserler kaldırıldı, öğrenci merkezli kulüpler ya kapatıldı ya da kontrol altına alındı ve giderek gençlerin öğrenme ve deneyim alanları sınırlandırılarak tek tipleştirilme yolunda bir politika öne çıktı.

Genel olarak sanat özelinde ise sinema üzerinden bakıldığında toplumda yaşanılan ekonomik, siyasal değişim ve dönüşümlerin çoğu zaman sanatın her alanında kırılmalara işaret ettiğini görürüz. Bu süreçte nasıl bir sanat? Nasıl bir sinema sorusu yeni akımların, yeni dil arayışlarının da itici gücü olur. Bugün için Türkiye’de bu sürecin yaklaşan Adana ve Antalya film festivallerinde izleyici ile buluşacak filmler üzerinden filmlere nasıl yansıdığı üzerine kısa bir değerlendirme yapmak mümkün olabilir. Çünkü sinemayı içinde yaşanılan toplumun siyasi, ekonomik ve kültürel kırılmalarından bağımsız değerlendirmek mümkün değil. Örneğin Türkiye’de 1960’lı yıllardan günümüze iç ve dış göç ve göçün bireyler, toplum üzerindeki etkilerini, kentsel dönüşüm, bireyselleşme, gündelik hayat ve kimlik bağlamında sinema filmlerinde önemli konular olarak yer aldığını görüyoruz. Aynı şekilde 12 Eylül Askeri Darbesi ve darbenin geçmişten bugüne uzanan ülke ve ülkede yaşayanlar üzerindeki etkileri her dönem filmlerde farklı biçimlerde sorunsallaştırıldı. Çünkü sinema içinde yaşanılan toplumun bir izdüşümüdür ve toplumun gerçekliğinden bağımsız bir sinemadan bahsedemeyiz. Sinema teknik, ekonomik, siyasal ve toplumsal etkilerden bağımsız bir mecra olmadığı gibi, film izleme pratiklerinden izleyici profillerine kadar sürekli gelişen, değişen ve dönüşen yapısıyla her dönem farklı kırılmalara açık bir alan ve dolayısıyla iktidar eliyle giderek artan dolaylı ya da direkt kontrol ve kısıtlamaların filmlerin yaratım, üretim, dağıtım ve gösterim süreçlerine nasıl etki ettiğini zaman gösterecek. Pandemi ile birlikte daha belirginleşen ve giderek bireyselleşen film izleme edimleri ve sinema salonlarının sayısının sınırlı hale geldiği, film gösterimlerinin dijital platformlara kaydığı günümüzde festivaller toplu olarak film izleme ve dolayısıyla hem izleyicilerin birbirleriyle hem de film ekipleriyle etkileşim olanağı bulduğu yegâne ortamlar olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte bağımsız film festivallerinin sayısı yok denecek kadar az ve hem yerel hem merkezi idareler tarafından desteklenen, ulusal ve uluslararası kısa, belgesel ve uzun film festivallerinin sayısı ise giderek artıyor. Bu bir yandan genç sinemacıların, bağımsız yönetmenlerin desteklenmesi, ulusal ve uluslararası işbirliklerinin sağlanabilmesi, küresel dağıtım ve gösterim olanakları yakalayamayan filmlerin izleyici ile buluşması açısından çok önemli. Ancak bu festivallerin gelecekte ne kadar bağımsız kalabileceklerini yine zamana gösterecek. Çünkü diğer sanatlardan farklı olarak milyonlarca insanın ulaşabildiği ve her yaş ve sınıftan insanların izleyip deneyimleyebildikleri bir mecra olarak sinema iktidar için filmlerin yasaklanmasından ziyade kontrollü bir şekilde yönetilecek bir alan olarak görülmeye başladı. Dolayısıyla sinema her daim hem kitlesel boyutu hem tarihimizin en önemli göstergesi olarak “dünyanın tüm çelişkilerini”, sorunlarını ortaya koyan ve bu dünya için yeni alternatifler üreten, izleyicileri düşündüren, sorgulatan bir alan olarak etki boyutuyla da siyasal iktidarların ilgi alanındadır. Dolayısıyla sinema sanat olması yanında, bir endüstri, eğlence, eğitim ve propaganda aracı olarak devlet ve siyasetin kıskacındadır ve bu süreçte içinde bulunduğu koşullar sanatçıyı kendi geleceğini ve rahatını devam ettirebilmek adına daha uylaşımcı, uzlaşıcı da yapabilir, bilakis toplumun sorunlarına duyarlı ve yaratıcılığın sınırlarını zorlayan, her daim eleştirel bakışı kaybetmeden üretmeye devam etmeyi de mümkün kılabilir. Sanatsal yaratma bir anlamda gerçekliğin yeniden üretilmesidir. Sanatçı ise “var olan gerçekleri seçerek onları başka bir dizge içinde” estetize ederek yeniden konumlandırır. Sonuç olarak sanat tarihine baktığımızda bugüne taşınan uylaşımcı değil başkaldıran, eleştiren ve direnen, düşündüren sanatçılar ve eserleri olmuştur.

*“Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”, Serdar Akar’ın 2000 yapımı filmi.