Mesele tanımlar değil, kapitalist devletin en önemli finansal kurumu olan ABD Merkez Bankası’nın kararlarının toplumsal sınıflar açısından ortaya çıkan sonuçları. İşçi sınıfı, krizin altında yatan asıl sebeplerle ilgilenmeli.

Daralma planı
Fotoğraf: AA

Nick BEAMS

Geçtiğimiz haftanın verilerine göre ABD ekonomisi iki çeyrek üst üste daraldı ve böylece “teknik resesyona” girmiş oldu.

Ekonomik daralmaya paralel olarak işten çıkarma haberleri okuyoruz ve ekonomi yavaşlıyor. ABD’de, yalnızca teknoloji sektöründe bir ayda 30 bin kişi işten çıkarıldı. Ford şirketi tek başına 8 bin kişiyi işten çıkaracağını duyurarak otomotiv sektöründeki kıyımın devam edeceği sinyalini verdi.

Karşımızda bir dizi iktisadi veri varken rakamların yalnızca mevcut sınıfsal ve toplumsal dinamiklerin soyut birer ifadesi olduğunu unutmayalım. “Ekonomi” bir tür makine değil ve esasında belirli toplumsal ilişkiler üzerinden şekilleniyor. Mevcut verileri değerlendirirken bunu gözden çıkarmamak gerek.

ÖNEMLİ OLAN TOPLUMSAL SINIFLARA YANSIMASI

Şimdilerde bir ülkenin iki çeyrek üst üste daralması olarak tanımlanan “teknik resesyon” gerçek mi, değil mi bunun tartışması dönüyor. Mesele tanımlar değil, kapitalist devletin en önemli finansal kurumu olan ABD merkez bankasının kararlarının toplumsal sınıflar açısından ne gibi neticelere sebep olduğu.

FED’in politikalarına dair iletişim, hep bir dizi mistik ifade ile duyuruluyor ve merkez bankasının işleyişi sınıfsal dinamiklerden azadeymiş gibi bir izlenim yaratılıyor. Ekonomik yaşamın düzenlenmesi, muhakkak “tüm nüfusun” çıkarına bir olguymuş gibi duyuruluyor.

TEKNİK AÇIKLAMALARLA GÖZ DOLDURULUYOR

Göz dolduran bir dizi teknik açıklama yapılıyor fakat işin özeti aslında şöyle: Şirketlerin ve finans kapitalizminin koruyucusu merkez bankası ekonomiyi yavaşlatacak, hatta ihtiyaç olursa ciddi anlamda daraltacak. Amaç, son kırk senenin en yüksek düzeyine ulaşan enflasyon karşısında işçi sınıfının maaş artışı taleplerine engel olmak.

Saldırı bu defa yüksek faiz üzerinden ilerletiliyor. Fakat faizleri yükseltmek petrol fiyatlarını düşürmeyecek, tedarik zincirlerinde yaşanan sorunları onarmayacak. Amaç, maaş artışı taleplerine engel olabilecek düzeyde bir ekonomik daralma elde etmek.

Benzer bir politika FED başkanı Paul Volcker tarafından 1980’li yıllarda uygulanmıştı. O dönem faizler rekor düzeyde yükseltilmiş ve Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en derin ekonomik daralma yaratılmıştı. Şu an FED’e başkanlık eden Jerome Powell da Volcker’dan çeşitli durumlarda övgüyle söz etti, aynı yoldan gitmeye gönüllü olduğunun sinyalini verdi.

Eski Hazine Bakanı Lawrance Summers enflasyonla mücadele etmek için beş yıl boyunca işsizliğin yüksek seyredebileceğini, işsizliğin yüzde 10’un üzerine çıkabileceğini vurgulamıştı.

ENFLASYON DA SINIFSAL BİR OLGU

Tüm iktisadi konularda olduğu gibi, enflasyon da sınıfsal bir olgudur ve bize ABD’nin ve küresel döngünün işleyişine dair ipuçları verir. 2008 yılında yaşadığımız finans krizi, 20 yıl boyunca kontrolden çıkan finansal spekülasyonun bir ürünüydü. ABD devleti krizi aşmak için “kurtarma paketi” adı altında milyarlarca dolar para dağıttı ve FED “parasal genişleme” planı uygulamaya başlayarak finansal sisteme nakit enjekte etti. Bu sayede krize sebebiyet veren spekülasyonun devamlılığını sağlamayı amaçladı.

Haliyle spekülasyon devam etti. Mart 2009’da dibi gören hisse senedi piyasaları inanılmaz bir yükselişe başladı. Yükselişin kaynağı ise FED’in ucuz para arzını sürdürme politikasıydı.

Mart 2020’ye geldiğimizde Covid-19 salgını tüm piyasaları vurdu ve Wall Street dahil tüm finans piyasaları çöküşe geçti. Piyasaların endişesi, uygulanacak toplumsal sağlık politikalarının işçi sınıfının sırtından elde edilen kazançların önüne geçmesi ve hisse senedi piyasalarını çökertmesiydi.

Salgın neticesinde iki başlıca politika uygulandı. “Tedavi, hastalıktan kötü olmasın” sloganıyla uygulanan politikalarla Covid-19’un önlenmesi bir kenara bırakıldı. Bunun yerine finans piyasasına trilyonlarca dolar para aktarıldı. FED finansal varlık bilançosunu tam iki kat arttırarak 4 trilyon dolardan, 8 trilyon dolara çıkardı. Bu hesaba göre merkez bankası saniyede bir milyon dolar para harcıyordu.

Küresel enflasyon döngüsünü tetikleyen de bu yöntem oldu. Covid-19’un önüne geçecek politikalar uygulamaktan, finans piyasalarında ve reel ekonomide yaşanacak yıkıcı etkiler sebebiyle kaçınıldı. Fakat salgın dönüp dolaşıp tedarik zincirlerini vurdu.

Para politikalarını daha fazla genişleme üzerine kuran merkez bankaları 2020 ve 2021 yılları boyunca spekülasyonun devamını sağladılar. Tabii son dönemde diğer bir olgu da Ukrayna üzerinden Rusya ile yürütülen vekalet savaşı için askeri harcamaların durmadan artması oldu.

Faizleri giderek artıran FED başkanı Powell ve diğer merkez bankası yöneticileri daima “istihdam piyasasındaki doluluktan” söz ediyorlar ve arzın taleple eş düzeye getirilmesi ihtiyacından bahsediyorlar.

TOPLUMA İŞSİZLİĞİ DAYATMA YOLU

Covid-19 salgını neticesinde milyonlarca insan öldü ve milyonlarcası daha işgücü piyasasından çekildi. İstihdam piyasasında arzı taleple aynı düzeye taşımanın tek yolu, topluma işsizlik dayatmak.

FED’in uyguladığı faiz artırımları da tam olarak bunu amaçlıyor. Otomotiv endüstrisinden gelen veriler işe alımların durduğunu gösteriyor ve bir sonraki adım işten çıkarmalar olacak. Teknoloji sektöründe de işten çıkarmalar başladı ve devamı gelecek.

Son kırk senenin en yüksek enflasyonuyla karşı karşıyayız ve toplumun yaşam standardı giderek düşerken işçiler maaş artışı için mücadele yürütme eğiliminde. Emekçiler öyle bir mücadeleye itiliyorlar ki, tam olarak neyle savaştıklarını anlamaları hayati önem taşıyor.

İşçiler yalnızca işverenleri ile çıkar çatışması yaşamıyor, kapitalist devletin çıkarları ekseninde faaliyet yürüten sendika bürokrasisi ile de mücadele etmek durumunda kalıyorlar.

AYNI KRİZİN DAHA KÖTÜ BİÇİMLERİ

Dahası, daha yüksek maaşlar için yürütülen mücadele, toplumun daha da derinine inen mücadelelerin yalnızca bir göstergesi. İktisat tarihine bakış attığımızda görüyoruz ki, iktidar sınıfının “krizle mücadele” yöntemlerinin hepsi aynı krizin daha kötü biçimler ile tekerrür etmesine sebep oluyor.

Dolayısıyla 2008 krizi ardından “çözüm” diye sunulan politikalar, Covid-19 salgını esnasında reddedilen salgınla mücadele politikaları ile doğrudan ilintili. Finansal piyasaların çökmesi korkusuyla gerçek çözümlerden kaçınıldı. “İnceldiği yerden kopsun” diye özetlenebilecek bir dizi politika sayesinde kendimizi yeni bir enflasyon döngüsünün içinde bulduk ve bunun maliyetini yine kitlesel işsizlik vasıtasıyla işçi sınıfının ödemesi bekleniyor.

Ekonomik çöküş ile mücadele etmeye çalışan işçi sınıfı, krizin altında yatan sebepler ile ilgilenmeli. Amacımız, sınırsız kazanç peşinde koşan sistemin yerine, daha iyi bir toplumsal ve ekonomik düzen ortaya koymak olmalı.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: World Socialist Web Site