Gezi’de gençlerin öncülüğünde; sadece barış, özgürlük, eşit yurttaşlık ve adil bir dünya için bir araya gelenlerin, nasıl tertemiz sokak eylemleri yaptıklarını şimdi memleketimiz daha iyi anlar umarım. Dayanışmanın, dostluğun günleriydi. Tomalarla üzerine saldıran polislere, elinde kitapla karşılık vermeye çalışan iyi kalpli insanlar zamanıydı.

Artık sıkça geçmiş zamandan söz edeceğiz. Gelecek güzel günler inancı azalıyor. Cumhuriyet tarihinde canlı izlediğimiz bu tuhaf kalkışmanın ardından, siyasal iktidarı ardına alarak sokaktaki insanlara saldıranları görünce, iyice karanlık bir bir tünelde olduğumuz açık. Şiddetin dilini konuşan, kendi gibi olmayanı yakmaya, yok etmeye alışık bir güruh sokaklarda korku salıyor.

Bu darbe girişiminin ilk saatlerinde, bilgileri doğrulamadan ne sosyal medyada, ne de gazeteye bir şey yazmak istemedim. İç içe onca karmaşık grup hesap görüyordu ki, yanlışlıkla birinin yanına düşmek istemedim doğrusu. Halen de sorularım yanıtlanmış değil. Darbe girişiminden kuşkum yok, bir oyun olduğunu da sanmıyorum.

Ama sonuç?

Postala tapanların ve cihat sevdalılarının arasında kaybolup gidiyor ömrümüz. Bu bir facia işte! Mahalle aralarına sızıp, para-militer güç gibi davranan bu insanlar kim? Onlar hangi emir komuta zinciri içinde yer alıyor? Darbe insanlık suçu, doğru! Peki, Mehmetçikleri linç etmek, tutuklanmış insanlara işkence edip, çocuğunun ırzına geçeceğiz demek insanlık suçu değil mi? Bir ülkede, eğer bir kez insanlık onuru ayakaltına alınırsa, hukuk askıdaysa, artık orada darbe gerçekleşmiş demektir.
Halkın meydanlarda olması haktır. Hele de darbeye karşı ayakta olması ayrıca önemli. Lakin böyle bir durumla mı karşı karşıyayız? Bir grup halk, eli palalıların güvencesinde sokakta, diğerleri evlerinde korku içinde! Nasıl bir özgürlük bu? 1Mayıs’ta emekçiye kapatılan Taksim, ne kolay açılıyormuş meğer… O halde şimdiden ilan edelim; meydanlar, sokaklar özgürlük, eşitlik, barış isteyen herkes için açıktır. Şiddet olmadığı sürece demokratik talepleri dile getirmek meşrudur. Peki, bunun için sokağa çıkacak insanların canını kim koruyacak? Yoksa sadece imtiyazlı olanların demokrasisini mi yaşayacağız artık?

Laiklik ekmektir, sudur. Başkanlık tartışmasından vazgeçilmelidir.

Dün bize vesayetçi, darbeci diyenler, şimdi hakiki darbenin nasıl olacağını net gördüler. Eğer demokrasi bayramı olacaksa; Ergenekon, Balyoz davalarında mahpusta çürüyenlerden özür dilemeli devletin en üstü. Ali Tatar’ın ailesinden başlasınlar mesela. Ya da mecliste, uzaklarında değil, İlhan Cihaner’den… Barış böyle gelir. Yoksa ‘kandırıldık’ demek yetmez.

Bu ülkenin acil iç barışa gereksinimi var. Bunu sağlamak için de meclisin güçlenmesi ve ortak hassasiyet noktalarına özen göstermek gerek. Laiklik ekmektir, sudur. Başkanlık tartışmasından vazgeçilmelidir. Örgütlü toplumun önü açılmalı, yargı bağımsız olacak biçimde düzenlenmelidir. Böyle bir güvence veriyor mu AKP topluma?

Hayır.

O gece kahraman ilan edilen medyanın gerçek yüzünü hepimiz biliyoruz. Yayına çıkanların ödleri patlıyor. Hadi yapsınlar bakalım Mehmetçiğe işkence edenlerin haberlerini! Çağırsan muhalefetteki insanları da, konuk etsinler. Mümkün mü? Değil. Oysa hepimiz gördük ki, bu güç zamanlarda bizi koruyacak olan güçler ayrılığı ve özgür medyadır. O gün sosyal medya kesilmedi ve insanlar örgütlenip darbeye karşı ses verdi. Peki, neden başka durumlarda sosyal medya engelleniyor? Bu demokrat anlayış mı?

“Sadece kendine Müslüman” diye bir deyim vardır. Bunu da Diyanet İşleri Başkanı Görmez duysun. Memleketimizde ne acılar çekildi duymadı, görmedi. Belki bu kez adil olur Görmez Bey. Cizre’de bizim, İstanbul’da! Salâ okunuyor sık aralıklarla. Bir haberleşme olarak, çağrı olarak. Soruyorum, o içli gelenek sürerken, sokağa çağırdığınız insanların her eylemine kefil misiniz? Bir kişinin canına bir şey olursa, üzülmez misiniz?

Eğer birlikte bir gelecekten söz edeceksek, samimi olalım.

Ben bu darbecilerden hiçbirini tanımam mesela ama siz onlarla uzun süre iş gördünüz. Demokrasi kahramanı olmak için, önce özeleştiri vermeli. Bizim gelenek böyle yapar, öneririm…