İki haftadır yazdıklarımda tekrara düşmeden devam etmeye çalışayım. Kestirmeden gitmek ve lafı dolandırmamak için bu hafta da yine bazı önemli sorulara cevaplar arayacağım.

Soru: Darbe girişiminden bu yana yaptığımız tespitleri değiştirecek bir gelişme yaşandı mı?

Cevap: Hayır, tersine daha belirginleştiren gelişmeler meydana geldi. Ama hâlâ cevapsız önemli sorular var.

Soru: Peki belirginleşen hususlar neler?

Cevap: İronik şekilde her şeyden önce belirsizlik daha da belirginleşiyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “ikinci darbe ihtimali var” uyarısını iptal eden bir açıklaması olmadı. MİT ve Genelkurmay’a dair muamma sürüyor. ABD ve AB sanki darbenin başarısız olmasından hiç hazzetmemiş gibiler.

Son ‘şaşırtıcı’ gelişme YAŞ toplantısında yaşandı. Cuma günü Murat Yetkin ‘Ters Köşe’ başlığıyla şunları yazdı: “Kimse kalkıp açıklanan sonuca bakıp ‘Zaten dere geçerken at değiştirilmez demişti’ kolaycılığına da kaçmasın. 15 Temmuz darbe girişimi ardından milletin çoğu ordunun üst komuta heyetinin dünkü Yüksek Askeri Şura (YAŞ) ile değişeceğini tahmin ediyordu. Milletin çoğu ters köşeye yattı.” Yetkin buna dair Erdoğan’la yakın çalışmış araştırmacı İbrahim Uslu’nun şu tweet’ini de aktarıyor: “YAŞ kararlarından anlaşıldığına göre darbeye katılmamak tek başına ‘yeter şart’ haline gelmiş. Durum düşündüğümüzden kötü demek ki.” Ve Murat Yetkin soruyor: “Ama ters köşeye yatıran kim oldu? Erdoğan mı, Yıldırım mı, Akar mı, ya da kim? Bunu anladığımızda emin olun şu anda bilmediğiniz pek çok ayrıntıyı da öğrenmiş olacağız.”

Darbe akşamı düğün dernek telaşındaki bir Genelkurmay ekibi hakikaten neden değiştirilemez? ‘Temizliği’ yapıp öyle mi gidecekler? Ya da Saray’ın değiştirmeye gücü mü yetmedi? Güçler dengesi bahsinde kodlarını hâlâ tam olarak çözemediğimiz bir ‘dehşet dengesi’ mi var? Şöyle ya da böyle interregnum (hükümdarsız dönem), fetret devri devam mı ediyor? Unutmayalım TSK artık kışladan çıktı, siyaset arenasına girdi, kışla kapılarındaki iş makineleri bu siyasi aktörü tutamaz. Rolü neyse (yeni bir darbeyi önlemek dâhil) onu oynayacak.

Soru: Peki ama görünüşte Saray inisiyatif almaya başlamış gibi değil mi? İşte TSK yeniden dizayn ediliyor, adeta şirket gibi özelleştiriliyor, kuvvet komutanları bakanlıklara bağlanıyor, Genelkurmay da (MİT yanı sıra) Saray’a bağlanacak, komutanların yetkileri tırpan yiyor, bu tür gelişmelerle devletin yeniden yapılanmasına özellikle TSK’dan başladılarsa, bu yeni bir durum değil mi?

Cevap: ‘Yapılandırma’ kısa vadede etkisini gösterecek bir çözüm değil. Zaten ne olacaksa işte bu kısa vadede olacak. Vazo kırıldı, ele güne karşı yapıştırmaya çalışıyorlar. Erdoğan’ın hayatını kurtaran ve ‘Bahçeli’yi referans gösterdiği’ söylenen Orgeneral Ümit Dündar Genelkurmay’ın 2 numarası oldu. TSK’nın ona emanet edildiği iddia ediliyor. Yani bir darbeyi engellemek için Genelkurmay’ı şuraya buraya bağlamak işe yaramaz. Kafaya koydularsa isterse tapu kadastroya bağlasın çare olmaz. Zaten darbenin ilk saatlerinde üst komuta kademesindeki ve ABD cenahındaki bir nevi vurdumduymazlık epey zihin bulandırıyor. Başarısız bir girişimden bile fayda sağlayacak, interregnum beklentisini akla getiriyor. Sonrasına müdahale ederiz ama bir ‘şeyler’ de değişmiş olur kurnazlığı… Geçmişte önce 9 Mart bastırılmış (ispiyonlanmış) ardından 12 Mart gelmişti gibisinden…

Öyle tuhaf günlerde yaşıyoruz ki kendimizi sürekli uyarmalıyız: Her habere inanma, her niyeti hemen alınmış ve uygulamaya konmuş karar diye algılama! Tamam, bir günde ve bir KHK (ferman) ile TSK’da yapılan son düzenlemeler rejimin niteliğini tamamen değiştirecek nitelikte, Başkanlık demeye de gerek kalmadan, Cumhurbaşkanı zaten muradına ermiş olacak. Ama bunların etkisi ancak uzun vadede ortaya çıkabilir.

Milletvekili dokunulmazlığını kaldır askere dokunulmazlık ver, sonra da darbe oldu diye şaşır! Darbe girişiminden önce askeriyeye tanınan dokunulmazlık darbe girişiminden sonra iptal edildi mi? Hayır. TSK silahsızlandırılıyor mu? Hayır. NATO’dan çıkabilir mi? Hayır. Küresel kapitalizme sermaye sınıfının göbeğinden bağlı olduğu bir ülkede ve bir devlette bu işler ‘bağımsız’ tercihlerle yürürlüğe giremez. ABD Genelkurmay Başkanı boşuna gelmiyor elbette. Üstelik işte orada Suriye savaşı devam ediyor, Kürt sorunu da… İmam Hatiplerden Harbiye’ye aktarma olacakmış filan, ama mevcut duruma bakalım: Saray’ın hâlihazırda FETÖ subaylarının yerine kendi subaylarını yerleştirmesi fiilen mümkün değil, çünkü yok. O halde kısa vadede neyi konuşuyoruz ki.

Soru: İyimser olabileceğimiz hiçbir şey yok mu?

Cevap: Kısa vadede maalesef yok. “OHAL’deyiz, o halde elimiz serbest” zihniyetiyle pek çok şeyi KHK’larla çözme peşindeler. Öte yandan bir nevi magazinleştirerek işin aslını geçiştirme çabaları da var. Enişte’nin endişesi, enişteler endişeli, cübbenin renginden darbe sinyali çıkarma filan… Oysa Gülen çetesinin ABD sevdası aşikâr: Darbecilerin kimliği, dolar ile kimlik yahu! Son döneme dek “Feto” deyince AKP’liler tarafından hakaret davası açılırdı, şimdi Feto galiz bir küfür ve şimdi FETÖ demeyenlere darbe destekçisi gözüyle bakılıyor. Hem CIA ajanı diyeceksin hem bize geri ver diyeceksin, kendi ajanlarını sana niye teslim etsinler ki…

Bu gözlemler ve bilgiler ışığında önümüzü nasıl görüyorsak öyle davranmayı sürdüreceğiz, ışık göremezsek bile birbirimizin gözlerindeki ışıltıyı görmeye devam etmek önemli. Unutmayalım, B planı artık A planıdır…

Soru: Peki bu Milli Mutabakat sözleri ne anlama geliyor?

Cevap: Elbette mecburiyetten mutabakat. Saray’ın dışta hiç dostu kalmadı, içte hiç olmazsa eski hasımlarını karşısına almamak ve hatta yanına almak istiyor. MHP zaten elde var bir, ama CHP ve TSK’ya şirin görünmek için Atatürk takiyeciliği de revaçta, ama nereye kadar?

CHP bakımından Taksim mitingi elbette önemliydi ve biraz nefes aldırdı. İşte o mitingde bizim ‘Birleşik Haziran Hareketi’ de vardı ve bundan sonraki bu tür mitinglerde de olacak. Biz de meydanı boş bırakmamakta kararlıyız. Fakat bu arada, Milli Mutabakat dedikleri her neyse onu da Topçu Kışlası’na hapsettiler bile. Kutuplaşma kalkmadı ki. Meydanlarda AKP kitleleri bu kutuplaşmayı keskinleştirip duruyor. Ve yargının tamamı OHAL bağımlığında, süper savcılar inisiyatifindeyken, nasıl iyimser olunsun.

Soru: Saray’ın peş peşe ilan ettiği tedbirleri işe yarayacak mı?

Cevap: Son olup bitenler ışığında Saray’ın devletten çok kendi kitlelerinden medet umduğu aşikâr bir şey, ama bu sivilleşme değil elbette, hepimizin farkında olduğu üzere başlangıçta İslamcı FETÖ çetelerine karşı ama sonrasında kendisinden olmayan herkese karşı yine İslamcı bir kitlesel seferberlik. Meydanlarda bu durum konsolide ediliyor ve hatta kimi zaman FETÖ’cüler şurayı basmış diye adeta tatbikatlar yaptırılıyor. Kısacası Saray bir yandan devleti yapılandırma (yapıştırma) derdindeyken asıl olarak kendi kitlesini de seferberlik halinde örgütlü tutmaya çalışıyor. Muhafız Alayı lağvediliyor ama kendisine sivillerden muhafazakâr ve Muhafız Ordusu kuruyor. Sivil Muhafızlar Ordusu! ÖSO da böyle kurulmamış mıydı?

Öte yandan elbette AKP, kanlı FETÖ sayesinde kendisini (bir kez daha) temize çekmeye girişecek, meğer hepsini onlar yapmış! Roboski, Rus uçağı ve daha neler… Temize çekecek ama ‘Ak’ bir sayfa açmaya şu anda mecali yok, niyeti yok… Kara kaplı deftere yazılıyor her şey.

Soru: Bizlerin tercihinde bir değişiklik var mı?

Cevap: İşte bu gözlemler ve bilgiler ışığında önümüzü nasıl görüyorsak öyle davranmayı sürdüreceğiz, ışık göremezsek bile birbirimizin gözlerindeki ışıltıyı görmeye devam etmek önemli. Unutmayalım, B planı artık A planıdır…