“İkinci kez başarısız darbe girişiminde bulunan Emekli Kurmay Albay Talat Aydemir, Binbaşı Fethi Gürcan ile birlikte idam edildi.” Tarihten bir cümle. Kısa öz. Detayını kimse merak etmez. Bu yazının konusu da değil. Ancak 27 Mayıs deyince, 12 Mart deyince, 12 Eylül deyince destan gibi bilgilere ulaşılabiliyor. Kimlerin anında pozisyon değiştirdiğine, manşetlerin nasıl devriliverdiğine, ne methiyeler döküldüğüne, gazetecisinden sanatçısına kadar nasıl bir biat ordusu oluşuverdiğine ilişkin çarşaf çarşaf arşiv var. Öyle silah korkusuyla anlık atılan manşetlerden öte araziye uyum sağlama işlerinden söz ediyorum. Bugüne kadar o kadar çok teşhir edildi ki, tekrar detayına girecek değilim. Silahlı kalkışmaya karşı özellikle CNN Türk’te gösterilen yayına devam çabasını küçümseyecek değilim. Bilâkis takdir edilir. Ancak esen bu “demokrasi rüzgârları” içinde ayağımızı yerden kesip bazı gerçekleri unutursak, o gerçekler kendilerini hatırlatmanın yolunu bulur. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun meselesi bu.
Orda bir ‘gazetecilik’ var uzakta
Sur’u, Cizre’yi, öncesinde Roboski’yi. Adını ne koyarsak koyalım, manzaranın hangi tarafında olursak olalım ama düşünelim? Acaba neler gizleniyor, neler manipüle ediliyor, neler tamamen kurgulanıyor? Gezi Direnişi’nde kendilerini medyada göremeyenlerin “Yıllarca Güneydoğu’yu bu medyadan izlemişiz” serzenişi vardı. Acaba izlediğiniz medya, izin verilen medya ne kadar yansıtıyor? Bir köşe yazısının boyutu olanı biteni anlatmaya yetmez. Bugün silahların gölgesinde bir demokrasi yeşermeyeceğini “Aslında sen de darbecisin” gibi kararlı yazılarla anlatan İsmet Berkan, Sur’a polis zırhlısına “iliştirilerek” girdiğinde ne kadar gazetecilik yapabildi mesela? Gerçi Kabataş macerası ve sonraki kıvırışlarından sonra ondan bir şeyler beklemek abes de, güncel bir örnek olduğu için özellikle belirtmek istedim.
Medyada muhalefet mümkün mü?
Bugün ana akım medyada asla ekranda göremeyeceğiniz muhalif insanları düşünün. Neden yoklar? Darbeye karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin bir benzeri onları ekrana taşıyacak mı? Kuşkusuz hayır. Hatta daha da tehlikeli bir şekilde cemaatçi çuvalının tüm muhalefete göre genişletilme ihtimali kapıda. Bu ihtimali “fırsat” olarak görenler de hiç kuşkusuz ortada.
Küçük bir gazetecilik pratiği
Ordunun ve devletin içindeki paralel yapılanmanın ne kadar tehlikeli olabileceği ve nasıl bir cinnete evrilebileceğini hepimiz gördük. AKP-Cemaat işbirliğinin en görkemli günlerinde bunu dile getirenlerin tutuklandığını da gördük ama. O operasyonlar, davalar sürerken ne zaman itiraz etsek “darbeci” çuvalına atıldık. Sonra bir gün “kandırıldık” dediler, hâlbuki ne istedilerse vermiştik dediler. “Hay Allah, öyle mi?” demekten başka bir şey söyleyemedik. Bugün bu kanlı darbe girişiminden sonra, acaba onlara bugüne kadar tanınan imtiyazlarla ilgili bir gazetecilik yapılabilir mi? Bugün bu işe kalkışanlar, geçmişte kamu kadrolarına, yargıya, orduya sızarken göz yumanların hiç sorumluluğu yok mu? Tam da bununla ilgili bir gazetecilik mümkün mü? Sadece “kandırıldık” demek tüm soruları geçersiz mi kılar? “Neden her istediklerini verdiniz?” sorusu, bir gazetecilik sorusu olarak gündeme gelebilir mi mesela?
Sorular çoğaltılabilir. Hazır demokrasi rüzgârları eserken, darbeye karşı direnen gazetecilikten filan söz edilirken bunları dipnot düşmek istedim. Çünkü bu soruları sormazsak, medyanın demokrasiye desteği “sadece başarısız darbelerle” geçerli kalır. Örneklerini yaşadık. Gördük. Bu ülkenin genetiği sanılanın aksine değişmedi. Bilakis “darbeler çağı kapandı” lakırdısının üzerine bu denli kanlı ve insanlık dışı bir girişime şahit olduk. Nasıl bu ülkede 2016 yılında, bu iletişim çağında bile “darbe” yapmaya cesaret eden birileri çıkıyorsa, onlar başarılı olduğunda onlara “biat” eden medya da çıkar. Soru sormaktan, gazetecilikten vazgeçersek çıkar. İnanmayan arşivlere bakabilir.