15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi’ne dair tartışmalar çözümden uzak ve alakasız argümanlarla sürüyor.

Türkiye, 15 Temmuz’da siyasal İslamcı ve küresel bir hareket olan FETÖ Darbe Girişimi’ne tanık olmuştur. Kimse bu hareketin siyasal İslamcılık üzerinden, küresel ölçekte örgütlendiğini ve darbeci gücüne bu dinsel kimlikle kavuştuğunu inkâr edemez.

FETÖ ve Darbe Girişimi’ni tanımak için şu bilinmelidir; Türkiye’de cemaatlerin çoğu “yerli” değildir. Teolojik ve ideolojik yazılımlarında “Made in NATO”, “Made in USA” ya da “Made in Suudi” yazar.

FETÖ ve siyasal İslamcı cemaatlerin ontolojisi “Yeşil Kuşak Projesi”ne denk düşer. Yeşil kuşak projesi ise komünizme karşı, sağcı, milliyetçi, mukaddesatçı İslam’ı destekleyen NATO ve USA projesidir. Yerli işbirlikçileri de bu proje kapsamında, siyasal İslamcılığı besleyip, devlet içinde güçlü bir din bürokrasisi inşa etmiştir. Bugün sıkça “yerli” ve “milli” konuşanların ve yazanların çoğu, ideolojik ve teolojik açıdan birer küresel yazılımcıdır. Kalemleri ve kalpleri dolar rengindedir. Yerlilikleri ise kutsal sömürü, hamaset ve popülizmden ibarettir.

Dönemsel stratejiler ve taktikler, etnik ve din milliyetçisi kesimleri ayrı “kamplara” düşürse de, bugün olduğu gibi, “Türk İslam Sentezi” şemsiye altında yan yana dizilirler. Küresel yazılımlı darbelerin aslında, dini, siyasal İslamcılık üzerinden devletleştirme projesi olduğu gerçeğinin üstünü hep örterler. Darbecilik bu kesimlerin genetik kodunda mevcuttur. 600 yıllık “Şanlı Osmanlı” tarihinde bile 36 padişahın, 12’si kendi aile fertleri tarafından darbelerle tahttan indirilmiş ve öldürülmüştür.

Siyasal İslamcılık, dünden bugüne sağ siyaset ve darbeler yoluyla kök salarak güçlenmiştir. AKP dönemi ise, cemaatlerin ve siyasal İslamcılığın en güçlü devletleşme ve kurumsallaşmasını sağlamıştır.

Darbelerden ders almazlar, beslenirler. Kamu eğitimi başta olmak üzere, tüm kamu kurumlarında siyasal İslamcı cemaatlerin nüfus ettirmişlerdir. FETÖ’den boşalan yerlere, diğer cemaatlerin yerleşmesine göz yumarak, yeni darbecilerin oluşmasına yol açılmaktadır. Bunu ise, iktidarı korumanın tek yolu olduğunu düşünürler. FETÖ bile düne kadar iktidarı korumanın ittifakı değil miydi?

Dolaysıyla FETÖ, 50 yıllık “besle kargayı oysun gözünü” denilen, siyasal İslamcı gerçeğin ve Diyanet İmamlığının ta kendisidir. Cami ile devletin aynı kurumsal yapıda birleştirilmesidir. Darbeleri besleyen ortak zemin ise, laiklik karşıtlığıdır. Türkiye’de 80 milyonun ortak iyiliğine ve barışına saldırının adıdır. Darbeler ise “sola karşı din adamı yetiştirmenin ve devletin kilit noktalarına yerleştirmenin” tarihidir.

Laiklik mi kutsallık mı?

Cami ile devlet, din ile siyaset birbirinden ayrılmadan, dinsel vesayet ve Türkiye’nin toplumsal fay hatlarındaki gerilimler ortadan kalmaz. Aksine beslenir ve güçlenir. Önlenemez bir tehlikeye davet çıkarır.

Laiklik, insanın devlete ve siyasete eşit yurttaşlık temelinde bağlanmasıdır. Bunun yolu ise demokratik haklar rejimini, evrensel insan hakları sözleşmelerine uygun hale getirmekten geçer.

İnsanı “kutsal itaat” bağlarıyla, kutsal hamaset söylemiyle devlete, iktidara ve siyasete bağımlı hale getiren etnik ve din temelli siyaset, toplumsal kutuplaşmaların ve çatışmaların tohumudur. Kutsal itaate dayalı siyaset kültürü, kendisini siyasal İslamcılık ve etnik temelli sağcılık üzerinden üretiyor. Teokratik rejimler, kutsal itaatten beslenerek, kendisini sorgulanamaz ve güvende hissediyorlar.

Oysa, insanın kutsal itaati, sadece inancına yöneliktir. O ilişki alanı özeldir ve şahsidir. Devlet, siyaset ve Diyanet gibi aracılara ihtiyaç duymaz.

Kutsal itaat değil,
eşit yurttaşlık

Kutsal itaat ile demokratik ve eşit yurttaşlık hakkı gerçekleşmez. Devlet, birey ve toplum arsındaki ilişkide eşit yurttaşlık esas alınmadıkça, demokrasi, laiklik ve hukuk devletinden de bahsedilemez.

Laiklik, siyasetin dünyevileşmesi ve insanın, aklının ve vicdanının özgürleşmesidir. Teokrasi ise, siyasetin ve retoriğin uhrevileşmesi, insanın kul ve aklın da vahiylere teslim edilmesidir.

Din siyaset tüccarlığının hedefinde bu nedenle, hem Sezar’ın hakkını, hem de tanrının hakkını, hem “öbür dünyanın”, hem de bu dünyanın iktidarına sahip olmak vardır. “İki dünya” adına söz, yetki ve idareyi ellerinde tutmak isterler.

Önce dine, sonra devlete darbe yaparlar

Tüm yalan ve kara propagandaların aksine, laiklik insanı ya da dini değil, devleti ve siyaseti dinsizleştirir.

Laiklik, başka bir somut anlatımla, dini devletleştirerek saltanatın ilk Yeşil Sarayını yaptıran ve “Yer Allah’ındır ben de Allah’ın halifesiyim. Dolayısıyla ben Allah’ın malından ne alırsam, artık o mal benimdir. O maldan ne terk edersem o da bana caizdir“ diyen Muaviye karşı, “Sen yalancısın! ... Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan, israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir!” diyen Ebuzer düşüncesidir.

Yani; din sömürülmemeli, devletleşmemeli, mülk ya da iktidar sahibi olmanın aracına dönüştürülmemelidir.

Din insanda, inananda, vicdanda ve ibadet yerinde kalmalıdır.

Unutulmamalı ki, tüm darbeciler önce insanın vicdanına darbe yapıp, dine el koyarlar, sonra da afyona dönüştürülmüş din ile devlet iktidarına el koyarlar.