Yaşadığım sürece bu ülkenin siyasetini izlerken en çok öflkelendiğim, en ağırıma giden ve en iğrenerek tanık olduğum bir olgu varsa, bu toprakların sağcı - dinbaz - yobaz - din istismarcısı - faşist - demokrasi karşıtı ne kadar unsuru varsa, onların sahte "mağduriyet" türküleridir.

Ağızlarını her açtıklarında, neredeyse bizlerden yani yurtsever, solcu, demokrat, sosyalist ve insan haklarından yana tüm unsurlarından daha fazla "ezildiklerine ve baskı göördüklerine" dair yalanları, cömertçe ve utanmazca boca ederler insanların kulaklarına ve yüreklerine.

Oysa, yer - gök şahittir ki, bu topraklarda darbelerden en çok yarar gören (hatta bir defasında ‘Allah’ın bize lûtfu’ itirafında bile bulundular) ve darbecilerin semirttiği kesim bunlardır. Bir de açgözlü sermaye kesimidir tabii.

Geri planda, her türlü desteği verdikleri (sivil ya da askeri) tüm darbelerin kazananı hep bu sahtekârlar olmuştur. Buna rağmen, çıktıkları her kürsüde ağızlarını her açtıklarında "Vesayeeeeet!.. Darbeeee!.. Mağduruuuuuz!.. Bayraaaak!.. Ezaaaan!.. Kur’an!.." diye avaz avaz bağırmaktan geri durmadılar, bugüne kadar.

Ama, 14 Aralık Çarşamba günü, bu toprakların tarihinde yapılmış en utanmazca darbelerden birinin "senaristi, cast’ı, yapımcısı, yönetmeni, figüranı, set işçisi, ışıkçısı, sesçisi", hiç de bizi şaşırtmayacak biçimde, o cenahtandır.

2019 yılında "bilek gücü ve alın teri", yani demokratik çalışma, yarışma ve mücadele sonucu ve helâl oylarla kazanılmış bir seçimi tekrar ettirmelerine rağmen yine de kaybetmelerinin acısı ile, zaten 3,5 yıldır her fırsatta hazımsızlıklarını dışarı vuruyorlardı. Hattâ, o seçimi kaybetmenin "Tüm Türkiye’yi kaybetmelerine malolacağını" da bizzat "Reis"leri açık açık dile getirmişti bir nutkunda. Açık açık tehdit bile etmişti hazret, "Seçilsen bile çalıştırmayız" mealinde demokrasi ayıbı nitelikli konuşmalarında.

Çünkü sadece "koltuk" değil, siyasetin finansmanında kullandıkları, yandaşlarına hortumlattıkları muazzam bir rantı da ellerinden kaçırmanın acısını fena halde hissediyorlardı.

Bunu, doğu ve güneydoğudaki HDP’li belediyelere kayyum atayarak ve milyonlarca seçmenin iradesini ayaklar altında çiğneyerek zaten 3,5 yıldır gösteriyorlardı. Hattâ ve hattâ, kendi partilerinden seçilmiş belediye başkanlarını bile zorla (bağırta çağırta, ağlata sızlata) "koltuktan atarak", o hep "savunur göründükleri sandığa" ne kadar saygısız olduklarını defalarca ispatlamışlardı.

Ama, Çarşamba günü, İstanbul’da bir mahkeme kararı ile İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu "Devirmek", hapse atmak ve sonrasında da (başka olası seçimlerde) bir daha seçilemez durumuna getirmekten ibaret ağır darbeyi göze aldıklarını görünce, pek çoğumuz şaşırmadık.

Çünkü "Darbeci Kafa" bizzat kendileridir.

Sandıkta kazanamadığını hile ve desise ile, Ali Cengiz oyunları ile gaspetmek, bunların adeta ruhlarına işlemiştir. Sonuca ulaşmak, istediğini almak için, sahtekârca benimsediklerini söyledikleri, vaaz ettikleri, insanları uyuttukları dini değerleri bile eğip bükerek, o değerlerin arkasından dolanarak hareket etmek, bunların âdetidir. Yakın tarihn defalarca göstermiştir ki, "takıyye" (gerektiğinde inancının tam tersini bile söyleyebilecek ve davranabilecek derecede sahtekarlık) denen şeyin üstadıdırlar.

Bu kez de böyle yapmışlardır.

Mahkemeye (muhtemelen bir flash bellek içinde) yolladıkları kararla, İmamoğlu’na ve onun nezdinde milyonlarca İstanbullu’ya, yani millet iradesine utanmazca bir darbeye imza atmışlardır.

Bu halk, bu darbeyi asla unutmayacak ve bu darbenin "her kademedeki askerini, subayını ve başkomutanını", tarihin layık oldukları "kapkara sayfalarındaki" yerlerine koyacaktır.

Darbeler sadece, tankla, topla, tüfekle, zırhlı araçlarla ve uçaklarla yapılmaz. Bir mahkemeyi "cihaz" olarak kullanarak da, millet iradesi ayaklar altına alınabilir.

Yıllarca "Darbeler hep bize karşı yapıldı" yalanı ile, onca demokrasi karşıtı müdahalenin asıl mağdurlarını ezen demokrasi düşmanları, nihayet gerçek yüzlerini hiçbir şekilde gizlemeye ihtiyac duymadan açığa çıkarmışlardır. Yüzlerindeki maskeyi kendileri çıkarıp atmışlardır.

Şimdi yapılacak tek şey, bu darbenin hesabını ilk seçimde bu iki yüzlü darbecilerden sormaktır.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde kimi aday olacağı, bundan sonra yargı sürecinin nasıl gelişeceği, siyasi süreçte neler yaşanacağı vs. yaşayıp göreceğimiz ve herkesin kendince bir tahmini olan konulardır. Tartışma götürmeyecek tek bir gerçek (ve gereklilik) vardır. O da, bu halkın bu hain darbeye gereken cevabı en güçlü biçimde vermek ve darbeciyi tokatlamak üzere üzere kolları sıvayarak gece gündüz demeden örgütlenmesidir.

"O gün" gelende, darbeciye cevabımız ve hoparlörlerden anonsumuz şöyle olmalıdır:

"Darbeci!.. Bekleme yapma!.."