Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Türkiye, yıllar sonra yeniden bir darbe girişimine sahne oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri içinden bir grup, AKP Hükümeti’ni devirmek için cuma akşamı harekete geçti. Silahlı askerler, Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarını rehin aldı. Başbakan Binali Yıldırım, ilk açıklamalarında “darbe girişimi” yerine, “Ordu içinden küçük bir grubun kalkışması” demeyi yeğledi. Daha sonra TRT’nin ve Anadolu Ajansı’nın da darbecilerin eline geçtiği bilgisi geldi. Çok geçmeden, darbeci subayların bildirisi TRT’den okunmaya başladı. İşte o zaman, durumun sanıldığından daha ciddi olduğu anlaşıldı. “Yurtta Sulh Konseyi” imzalı bildiride, TSK’nin, “zedelenen anayasal düzeni yeniden sağlamak için yönetime el koyduğu” belirtiliyordu…

O gece F-16’lar ve askeri helikopterler sabaha dek Ankara’nın üzerinde uçup durdu. Zaman zaman patlama sesleriyle sarsıldık. TBMM’nin ve Gölbaşı’ndaki Özel Harekât Merkezi’nin bombalandığı, çok sayıda ölü ve yaralı olduğu haberleri ekranlardan akmaya başladı...

•••

“Darbe” sözcüğü, yalın biçimiyle kullanıldığında siyasal bir içerik taşımaz. Çünkü Arapça kökenli bu sözcüğün düz anlamı “vurma”, “çarpma”dır. Ama ülkemizde daha çok, “hükümet darbesi”, yani “coup d’état” yerine kullanılmaktadır. Bu anlamıyla “darbe”, güç kullanarak hükümeti devirme eylemidir. “Kalkışma” ise, gücünü aşan bir işe girişme olarak tanımlanıyor. Öyleyse, TSK içinde yuvalanmış “Cemaatçi” subayların -sonu önceden belli- böyle bir maceraya girişmesinin, “darbe”den çok “kalkışma” kavramına uygun düştüğü söylenebilir.

Demokratik işleyişin sivil hükümetler eliyle askıya alındığı rejimlerde “darbe” olasılığı, bir gizilgüç olarak her zaman vardır

Kalkışma girişiminin kesinlik kazanmasından sonra Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Emniyet yetkilileri, yurttaşlara sürekli olarak “sokağa çıkın!” çağrısı yaptılar. Çok ilginç değil mi? Sokaktan en çok korkan ve sokağı hep öcü gibi göstermeye çalışan kurumların temsilcilerinden geliyordu bu çağrılar! Gezi Direnişi sırasında sokağa çıkanlara kurşun yağdıranları; milyonlarca insanı gazla ve kimyasal karışımlı suyla püskürtmeye çalışanları düşündüm. Barışçı gösteri yapan gençleri gaz bombası fişekleriyle yaralayıp gözaltına almışlar; sonra da “Polisimiz destan yazdı!” diye övünmüşlerdi. Şimdi aynı kesimler silahlı kalkışmayla karşılaşınca, halkı sokağa çağırıyorlardı!

O gece başka ilginçliklere de tanık olduk. Diyanet İşleri Başkanı’nın talimatıyla, camilerde sabaha dek ezan okundu, sala verildi. Hükümet yanlısı televizyon kanallarından ise “Allah için sokağa çıkın!” biçiminde cihat ve iç savaş çağırıları yapıldı. Vatan Partisi üyeleri de durumdan görev çıkarıp bayraklarını kaparak alanlarda yerlerini aldılar. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” nidalarıyla sokağa ilk çıkanlar onlar oldu...

Erdoğan’ın “sokak” çağrısına uyanların profilini üç gündür televizyonlardan izliyorum. Sözümona “darbeye karşı bir araya gelenler”in tek sloganı var: “Ya Allah, bismillah, Allahüekber!” Arada “İslam dünyasının tek lideri Tayyip Erdoğan!” ve “Hepimiz Tayyip’iz!” diye bağıranlar da oluyor. Yandaş kanallar ise 15 Temmuz gecesinden bu yana “cadı avı”nı sürdürüyor. Tıpkı “Ergenekon” ve “Balyoz” sürecinde olduğu gibi, “Hemen tutuklansınlar!” diyerek savcılara gazeteci listesi sunanlar mı ararsınız; “İdam geri getirilsin, vatan hainlerinin hepsi asılın!” diyenler mi…

Çok şükür, “Anayasal Suçlar Savcısı” harekete geçmiş; “Fethullahçı Terör Örgütü”yle bağlantılı olduklarını savladığı 140’ı Yargıtay, 10’u Danıştay, 5’i HSYK ve 2’si Anayasa Mahkemesi üyesi toplam 157 yüksek yargıç için gözaltı kararı vermiş. Çok merak ediyorum: Daha önce parlamenter rejim askıya alınıp demokrasi buzdolabına kaldırılırken bu savcılar neredeydi? Anayasa’yı yüzlerce kez çiğneyip “Ben Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum, saygı da duymuyorum. Türkiye’de fiilen başkanlık sistemine geçilmiştir” diyenler için bugüne değin neden parmaklarını oynatmadılar? Yoksa Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’yı askıya alma ayrıcalığı mı var?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sıcak saatlerde yaptığı açıklamada, “Cumhuriyete ve demokrasimize sahip çıkıyoruz” dedi. Oysa Türkiye’de demokrasinin son kırıntılarının da yok edildiğini, Tayyip Erdoğan’ın “diktatör bozuntusu” olduğunu defalarca yineleyen kendisiydi. Şimdi hangi “demokrasi”ye sahip çıktığını gerçekten merak ediyoruz.

Bu olay, kimi işgüzar yöneticilere de de şov yapma olanağı sağladı. Örneğin daha önce Adana’da yurttaşlara “gavat” diye hakaret eden şimdiki Sakarya Valisi Hüseyin Avni Coş, elleri arkadan kelepçeli, savunmasız askerlere kameralar önünde bağırıp çağırarak haddini aşan davranışlarda bulundu. Vali böyle davranırsa, kışkırtılmış topluluklar ne yapmaz!

•••

Askeri darbeler bir sonuçtur ve otoriter yönetimlerin çocuğudur!

Demokratik işleyişin sivil hükümetler eliyle askıya alındığı rejimlerde “darbe” olasılığı, bir gizilgüç olarak her zaman vardır. Darbe tehlikesini ortadan kaldırmanın yolu, demokratik düzeni tüm kurum ve kurallarıyla işletmek; darbelerin kaynağı olan baskıcı uygulamalardan vazgeçmektir. AKP Hükümeti’nin ve Saray yönetiminin, yaşananlardan ders çıkarmasını dileriz.