2000’li yıllarda, dünyada güvenlik ideolojisinin egemen olmaya başlamasıyla, geçmişle hesaplaşma eğiliminin arttığını ve edebiyatçıların bu mücadeleye önemli katkılar verdiğini söyleyebiliriz

Darbelerle hesaplaşma


HALDUN ALKANAT

Askeri darbeler hem Türkiye’de hem de dünyada siyasetin ve ekonominin biçimlendirilmesinde önemli bir rol oynayan, aynı zamanda da halkların yüreğinde büyük yıkımlar yaratan olaylar olarak tarihe geçti. Neredeyse tüm üçüncü dünya ülkeleri en az bir kere bu acı reçeteyle karşılaştı. Askeri müdahaleler halkların kazanılmış haklarına, demokratik katılımına ve özgürlüklerine yapılan kapsamlı saldırı olmasının yanında, kapitalist düzenin içine işlemiş iç savaş mantığının en görünen yüzü olarak da göze çarptılar.

LİBERALİZM VE OTORİTERİZMİN KARDEŞLİĞİ

Çoğu askeri darbenin ülkede yaşanan kaosun sonlandırılması amacıyla yapıldığı öne sürülmüştür. Oysa bu müdahalelerin, liberal siyasetin yetmediği noktada, egemenlerin çıkarlarını yeniden tesis etmek için devreye sokulduğu bilinen bir şey. Bu durumu en güzel özetleyen teorilerden biri Mark Neoucleus’a ait: “Aslında, liberal olan ve otoriter olan çoğunlukla akıl almaz derecede birbirlerine benzer. Kamusal alanın liberal karakterini idealize etmek liberal siyasetin kilit bileşenlerinden birini gözden kaçırma riski taşır - yani baskıcı momentini”. Neoucleus, liberal söylemin duyulduğu anda onu takip edecek otoriter çığırtkanlığı beklememiz gerektiği konusunda uyarır. Çünkü egemenlere göre kapitalist mülkiyetin özgürlüğü, halkların özgürlüğünden; paranın özgürlüğü, insanların özgürlüğünden daha değerlidir. Dolayısıyla liberalizmin özgürlükten anladığı şey mülkiyet güvenliğidir. Özgürlük, güvenlik ve mülkiyetin özdeşleştirilmesi ise “Alttan alta süre giden bir güvensizliği, yani sınıf sorunuyla derinden bağlantılı olan mülkiyet güvensizliğini maskeler”.

DARBE DÖNEMİ GADDARLIKLARI VE TUZAKLAR

Tüm dünyada yapılan darbeler mülkiyetin güvenliği için halklara yapılan kapsamlı birer saldırıydı ve kaçınılmaz olarak hem siyaseti hem de kültürel yaşamı etkiledi. Özellikle edebiyatta askeri darbelerin yarattığı yıkımı anlatan pek çok eserin yaratıldığını söyleyebiliriz. Türkiye’de 12 Mart romanları ya da 12 Eylül romanları olarak adlandırılan özel bir yönelim ortaya çıktı. Benzer şekilde dünyanın neredeyse tamamında darbe dönemlerinde yaşananları anlatan romanlar, öyküler ve şiirler yazıldı. Bu anlatıların bir kısmı tanık olunan insanlık dışı durumu anlamlandırmaya çalışan, baskı ve zulmün birey üzerinde yarattığı yıkımın izlerini süren eserlerdi. Özellikle yaşanan ölümlerin, işkencelerin, dağılan ailelerin anlatıldığı, daha sonra yenilgi edebiyatı adını alacak bir alt türün oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu tarz anlatılar, maruz kalınan kötülükleri çıplak bir şekilde anlatırken, gaddarlığın sömürülmesi tuzağına düştüler.


BAŞKA BİR HESAPLAŞMA MÜMKÜN

Diğer taraftan yaşananları derinlemesine anlamaya çalışan, darbelerin yarattığı farklı yıkımları tespit eden, darbe sonrası dönemde yaşanan toplumsal yozlaşmanın sebeplerine de odaklanan bir yönelimin de oluştuğunu söyleyebiliriz. Hemen her ülkede bu tarz romanlar yazıldı ve yazılmaya devam ediyor. Son dönemde, dünyada güvenlik ideolojisinin egemen olmaya başlamasıyla, geçmişle hesaplaşma eğiliminin arttığını söyleyebiliriz. Şili’de Alejandro Zambra, Peru’da Daniel Alarcón, Bolivya’da José Edmundo Paz Soldan, Kolombiya’da Evilio Rosero, Arjantin’de Alberto Manguel, Gloria Lise gibi yazarlar hem yaşanan dehşeti yansıtmayı hem ezilenlerin bunu karşılama biçimlerini kendilerine özgü bir şekilde yorumlamayı başardılar. Alarcón ve Lise’nin duygulara, Zambra ve Rosero’nun kabullenmişliğe, Paz Soldan’ın isyana, Manguel’in farklı toplumsal tiplerin tepkilerine yaptıkları vurgular Latin Amerika’da geçmişle hesaplaşma çabasına önemli katkılarda bulundu.

GEÇMİŞLE HESAPLAŞMA

Türkiye’de de 2000’li yıllarda yazılan pek çok kitap önceki dönemlere göre daha serin kanlı değerlendirmeler içermeleriyle dikkat çekti. Mesela Cem Kalender’in Kayıp Gergedanlar, Jale Sancak’ın Fırtına Takvimi, Gönül Kıvılcım’ın Babamın En Güzel Fotoğrafı romanları Maraş katliamını merkeze alarak darbeyi oluşturan koşulların nasıl yaratıldığını gözler önüne serdiler. Ayşegül Devecioğlu’nun hafif de olsa yenilgi edebiyatına meyleden güçlü romanları Kuş Diline Öykünen ve Ara Tonlar da dikkat çekici eserler olarak kayda geçtiler. Burhan Sönmez, İstanbul İstanbul’da gaddarlık sömürüsünü tümüyle dışlayarak yaşanan zulmü betimlemeyi başardı. Sonuç olarak, bu kısa yazı dünyada darbelerle hesaplaşılan tüm romanlardan bahsetme şansına sahip olmasa da, 2000’li yıllar edebiyatçıların geçmişle hesaplaşma mücadelesine katkıda bulunan eserlerin yazıldığı bir zaman dilimi olma şansına erişti.

NORMALLEŞTİRİLEN ZORBALIĞA KARŞI!

Dünya siyasi tarihi, aynı zamanda askeri darbeler tarihidir. Bir yandan da egemenlerin zulmünün de tarihidir. Artık darbeler sadece askerİ yöntemlerle, yani silah zoruyla ülke yönetimine el koyma şeklinde gerçekleşmiyor. Daha doğrusu, eskiden hükümetlere karşı gerçekleşiyormuş gözüken askeri darbeler, şimdi hiçbir şekilde saklama gereği duyulmadan, ordu-polis-hükümet işbirliğiyle vuku buluyor. En liberal olduğu düşünülen ülkelerde bile güvenliğin bir tabu haline geldiğine, devlet zorbalığı ve baskısının normalleştirildiğine şahit oluyoruz. Devlet, kapitalist düzeni sürdüren bir zor aygıtı olarak, silahlı organizasyonlarıyla daha fazla var olmaya başlıyor. 1990’lı yılların ideoloji tartışmalarını gereksiz kılmasa da talileştiren bir dönemi yaşadığımızı hissettiren bu durum, darbeler üzerine sürekli bir şekilde düşünmenin gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu yeni durumun da farklı edebi refleksler yaratacağını söylemek için medyum olmaya gerek yok.