Bu onların hikâyesi…

Bir süredir Türkiye’de tatildeyim. Bir şehirde en fazla üç gece kaldım. En çok Datça’dan ayrılırken üzüldüm ve en çok Müberra ile Yaşar Aydoğan’ın hayatlarını ve Bahadır Cihangir Genç’in yemeklerini unutmadım. Bu onların hikâyesi…
Biraz kuş sesleri, biraz çiçek kokuları, biraz Müberra’nın ev yapımı likörleri… İçine Dali kaçmış bir adamın leziz yemekleri, biraz Fado, bolca da huzur. Onların hırssız sanat ve yaratıcılık kokan dünyalarının kapılarından içeri dalacağız.
 
Eskiden İstanbul’da bankacılık yapan Müberra ve Yaşar 2005 yılında her şeyi arkalarında bırakıp aşık oldukları Datça’ya yerleşmişler. Onların değişiyle “tüketen ve körelten şehir hayatından kaçıp, gerektiği kadar kazanmaya” karar vermişler. İlk yıllarında sadece denize girmiş, bahçeleriyle ilgilenmiş, şehri ve insanlarını daha yakından tanımışlar. Ada halkının onları aralarına kolay kabul edip etmediğini sorduğumda “Biz buraya ukalalık yapmaya değil, köylü olmaya geldik. Bu yüzden de sorun yaşamadık” diyor Yaşar. “Buranın havasını, suyunu tüketiyorsak bir şeyler üretmeliyiz” diye düşünüp unutulmaya yüz tutmuş ipek dokumacılığını yeniden canlandırmaya, iki yüz yıl önceki geleneği devam ettirmeye karar vermişler. Başlarda Umman Teyze dışında herkes onları caydırmaya çalışmış. Onlar ise inat edip vazgeçmemiş, köylülerden öğrendikleri ipek dokumacılığını onların torunlarına öğretmeyi bile başarmışlar. Seksenli yıllarda turizm patlamasıyla bir kenara itilen ipek dokumacılığını 2006’da yeniden canlandırmışlar. Önceden Datça’da evlerde ipek stoku oluyormuş. Seksenli yıllardan sonra turizmin başlamasıyla herkes arazilerini satmış, ipekçilik bitmiş. Yaşar “Paraları yokken ipekleri vardı, paraları olunca ipekleri bitti” diyor ve ekliyor “Datça’da eskiden ipek vardı diyenler, bugün, burada ipek var diyorlar.” Eskide bir okulda kurdukları İpek Dokuma Atölyesi’nde Bursa’dan aldıkları ipek tohumlarını dut yapraklarıyla besleyerek kozalardan ipek çıkartmış ve kendi yaptıkları el tezgâhlarında şal, peştamal dokumuşlar. Bu yıl ilk defa sarı ve yeşil koza yetiştirmiş, üç bin tane dut fidanı dikmişler. Can Yücel Sokak’taki atölyelerinde el yapımı ipek kumaştan dokunan şal, gecelik gibi ürünlerin dışında Osmanlı döneminde uygulanan Sedef Kakma Sanatı, Vitray ve Camaltı Halk Sanat çalışmaları ve yine el yapımı olan, bir eşi daha olmayan takıları bulabilirsiniz. Şehir kargaşasına alışmış biri olarak yazın yaşadıkları hayatı görüp onlara imreniyorum ama kışın sıkılıp sıkılmadıklarını sorgulamadan da edemiyorum. “Burada kışın görebileceğiniz kişi sayısı çok az ama bizim sıkılmaya vaktimiz olmuyor çünkü bütün işlerimizi kışın yapıyoruz. Biz yazın boştayız.” diyor Yaşar. Datça’ya yaşam kalitelerini yükseltmeye gelmişler. Domates ve salatalıkları bahçeden, peynirleri köyden alıyorlar. Reçelleri Müberra yapıyor. Yolunuz düşerse Antik Cafe Bar, Datça Sanart’ın hemen yanında. Bahadır Cihangir Genç’in başka hiçbir yerde tadamayacağınız yemeklerini yemeden, Müberra’nın ev yapımı likörlerini tatmadan yolunuza devam etmeyin.
 
Onlar, Hızırşahlı kadınlardan sonra, bu sene, Reşadiye Mahallesi’ndeki kadınlara da ipek dokumayı öğretecekler. Köylü olacaklarını düşündükleri için ipek dokumacılığına sırtlarını çeviren gençlere bu sanatı sevdiren, yok olmaya yüz tutmuş bir geleneği canlandıran Müberra ve Yaşar Aydoğan çifti ipek dokumacılığını Datça’nın balı, bademi, balığı kadar önemli kılacağa benziyor. Bu şahane insanların yaşamları hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız bloglarına bir göz atın.
 
(www.antikdatca.blogspot.com)
Adresleri: Eski Datça Mahallesi,Çarşı Caddesi, Can Yücel Sokak, No: 1 Datça/Muğla: Burası cennet bir şehrin içinde ayrı bir cennet bahçesi.